Anayasa, çoğunluğu da kapsayacak mı?

Türkiye’de yaşayan Müslüman bir ailenin çocukları babalarından kalan mirası İslam Hukukuna göre paylaşabilir mi? Eğer çocukların tümü razı olursa bu sorunun cevabı evettir, içlerinden biri razı olmazsa hayırdır. Böyle bir durumda aile bireyleri arasında meydana gelen ihtilafı çözmek mahkemelere düşer. Mahkeme ise, yürürlükteki dindışı hukuka göre karar vermek zorundadır. Tümü Müslüman olan aile, yine Müslüman olan bireylerden biri istemediği için, inançlarının gerektirdiği bir hukuki sonuç elde edemez. İnancının gereğini yerine getirmek isteyenlerin, aile içinde çoğunluk olması sunucu değiştirmez. Yasa, İnancının aksine davrananı haklı bulur ve korur. Yasaya uymamakta ısrar eden; mirastan payını alamayacağı gibi, cezaya da çarptırılabilir.

Evlat Edinme açısından da benzer bir durum söz konusudur. Mevcut hukuka göre; evlat edinilmiş bir başka anne babanın çocuğuyla, ailenin öz çocukları aynı ve eşit haklara sahiptir. Hâlbuki İslam Hukukuna göre evlat edinmenin geçerliliği yoktur ve bu durumda bulunan bir kişinin öz evlat gibi bir hak elde etmesi söz konusu değildir.

Örnekler çoğaltılabilir:

Bir süre önce Ülke gündeminde hararetle tartışılan Kürtaj konusunda da Din’in koyduğu yasak ve sınırların bağlayıcılığı yoktur, esas olan yasal düzenlemedir.

Ekonomik ve mali sistemin vazgeçilmezi hükmünde olan Faiz ile ilgili uygulamalarda da inanan inanmayan herkes için aynı kurallar geçerlidir. Din’in faizi yasaklamış olmasının bir önemi yoktur. Bu nedenle inanç sahiplerinin; yasak, yani haram olan bir uygulamanın dışında kalma imkânı bulunmamaktadır.

Ticaret, Vergi, Borçlar ve benzeri alanlar ile ilgili yasal düzenlemelerde dinî inançlara aykırı hükümler bulunmaktadır. Ama hiç kimse, bunları kabul etmemek gibi bir seçeneğe sahip değildir.

Bir kimsenin emeğinin karşılığını tam, hem de teri kurumadan alması Din’in amir hükmüdür. İşveren, yanında çalışanlara; yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek zorundadır. Yani, temel ihtiyaçlarında kendisiyle aynı standartlara sahip olmasını sağlamakla yükümlüdür. Ancak yasalar, asgari ücret adıyla temel ihtiyaçları karşılamaktan çok uzak olan bir ücreti meşru saymaktadır. Diğer yandan işverenin aynı ücretin çok üstündeki meblağları, ihtiyaç dışı alanlarda israf etmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Böylece, Din’in yasakladığı emek istismarını esas alan bir düzene Müslümanlar tabi olmak zorunda bırakılıyorlar. Adaleti ayakta tutmak zorunda olan Müslümanlar bu duruma müdahale edemiyorlar. Bireysel girişimleri ise, kapitalist sömürü sisteminin çarkları arasında kaybolup gidiyor.

Kumar, alkollü içki, zina, hırsızlık, gasp, cinayet gibi konularda ceza yasaları; toplumda yaşayan yalnız Müslümanlar değil, bütün inanç mensuplarının inançlarını dikkate almadan uygulanmaktadır.

Diğer Din mensupları da Müslümanlardan çok farklı bir durumda değildirler. Onlar da benzer sorunlar yaşıyorlar. Bu durum karşısında tüm Din ve inanç mensuplarının yapabildiği ortak şey, inançlarından taviz vererek Devletin baskılarına boyun eğmektir. Yani temel haklarını kullanmaktan istem dışı vazgeçmektir.

Modernliğin insanı kıskaca alan, hak ve özgürlükleri kısıtlayan tek tipleştirici yaklaşımı, hayli zamandır dayatmalarla ayakta duruyor. Bunun sürdürülebilir bir durum olmadığı çok açıktır. Ancak geçmişte defalarca tekrarlandığı gibi, sistem özünü değiştirmeden kendi alternatifini üreterek egemenliğini güçlendirmekte son derece mahirdir. Bu amaçla tedavüle giren Postmodernizm, araçları ve görüntüleri değiştirerek aslında modern değerleri daha kalıcı bir kimliğe kavuşturuyor.

Postmodern yaklaşıma göre en önemli hedef, küresel müdahalelerle Dünya Toplumlarını her alanda kontrol altında tutmaktır. Bu amaçla, küresel geçerliliği olan tek bir hukuk oluşturarak, deyim yerindeyse, yeryüzünü küresel bir anayasayla yönetmektir. Son yıllarda küresel bağlayıcılığı olan tahkim yasaları, uluslararası mahkemelerin daha işlevsel hale gelmesi, küresel kuruluşların egemen güçlere yarayan yaptırımları ve benzeri gelişmeler bu sürecin göstergeleri olarak dikkat çekiyor.

Dünyanın adaleti ve çoğulculuğu esas alan bir alternatife şiddetle ihtiyaç duyduğu açıkça ortadadır. Sistem içi bir çözüm olarak üretilen Demokrasinin, çoğulculuğu hayata geçireceği, bir iddia olmanın ötesine geçememiştir. Hatta Demokrasinin, sömürü düzenini güçlendiren bir işlev gördüğü bile söylenebilir. Bütün sömürgeci ülkelerin Demokrasi ile yönetiliyor olması şüpheyi haklı kılıyor.

Çoğulculuk ve adalete dayalı bir toplumsal düzen kurmak için; teorisi, birikimi ve tecrübesi ile çoğulculuğu esas alan Din, yani İslam elde kalan tek imkândır. Tabi öncelikle Müslümanlar bunu fark eder ve anlarsa…

Anayasa yeniden gündeme gelirken, azınlığın çoğunluğa tahakkümünü esas alan ulusçu yaklaşımın yerini bu kez küresel tahakkümün almak arzusunda olduğu unutulmamalı ve tedbir alınmalıdır.

12.01.16

Hits: 41

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir