CENNET DEDİKLERİ DEMOKRASİ

Bir şey var ki, sihirli değnek yanında halt etmiş. ‎
Her derde deva, her yaraya merhem.‎
Sayesinde her fakir zengin olacak, her zengin malını artıracak.‎
Herkes eşit, herkes kardeş, herkes güven içinde olacak.‎
Zulüm, haksızlık, sömürü, talan, öldürme son bulacak.‎
Adalet hâkim olacak.‎
Dünya cennete dönecek.‎
Herkes böyle diyor, öve öve bitiremiyor, göklere çıkarıyor. ‎

Bakın kimler ortak:‎
‎ ‎
Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Budist… ‎
Komünist, Sosyalist, Kapitalist, Liberal, Milliyetçi… ‎
Dinsiz, ateist, deist, nihilist… ‎
Materyalist, pozitivist, natüralist, realist, sürrealist, postmodernist… ‎
Sömüren, sömürülen, işbirlikçi…‎
Kadın, erkek, feminist, eşcinsel…‎
Silah tüccarı, uyuşturucu baronu, mafya lideri, fuhuş patronu…‎
Tarikat şeyhi, cemaat lideri, kilise papazı, havra hahamı…‎
İmam, dede, sofi, cahil, alim…‎
Akademisyen, uzay bilimci, astronot, jeolog, sosyolog, antropolog, psikolog, tıp doktoru, veteriner,‎
Zengin, fakir, orta sınıf, aristokrat, ağa, maraba, köle, efendi… ‎
ABD Başkanı, Rusya Devlet Başkanı, İngiltere Kraliçesi, Suud Prensi, Türkiye Cumhurbaşkanı, İsrail ‎Başbakanı, Filistin Devlet Başkanı…‎
Ve sayılamayan herkes…‎

DEMOKRASİ, nasıl olağanüstü bir şey değil mi? ‎
DEMOKRASİ, anlatılması tanımlanması bile büyük ustalık ister.‎

İki şairden yardım alalım bunun için:‎

‎“Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet ‎
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten” ‎
Namık Kemal’in o zaman hürriyet dediği şeye bugün demokrasi deniliyor.‎

Ahmet Haşim’in meşhur başyapıtı “O Belde”nin taşıdığı duygu seli meseleye biraz yakınlaştırabilir ‎bizi belki!‎
O BELDE?‎
Durur menâtık-ı dûşîze-i tahayyülde;‎
Mâî bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm ‎
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-u menâm.‎
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylidir,‎
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyâhût yâr
Dilde tenvîm-i iztrâbı bilir
Dudaklarındaki giryende buseler, yahut,‎
O gözlerindeki neylî sükût-u istifhâm
Onların rûhu, şâm-ı muğberden
Mütekâsif menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn-u-samtı arar.‎
Şu’le-î bi-ziyâ-yı hüzn-ü kamer
Mülteci sanki sâde ellerine
O kadar nâtüvân ki, âh, onlar,‎
Onların hüzn-ü lâl-ü müştereki,‎
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine.‎

O belde
Hangi bir kıt’a-i muhayyelde?‎
Hangi bir nehr-i dûr ile mahdût?‎
Bir yalan yer midir veya mevcût
Fakat bulunmıyacak bir melâz-ı hulyâ mı?‎
Bilmem.. yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mâî deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
Bende evtâr-ı hüzn-ü ilhâmı
Uzak
Ve mâî gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy-ü hicre müebbet bu yerde mahkûmuz…‎
‎(Bugünkü Türkçeye çevirmek şiirde ahenk, ses ve duygu kaybına neden olacağından orijinal halinin ‎bıraktığı intibayla yetinmek daha doğru olabilir) ‎

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir