12 Eylül ve Derin Yapılar
“Türkiye de 100 yılı aşan bir zihniyet var. 2008’de 1908 ihtilalininin 100. yılında 1908’de gelen zihniyetin hâlâ iktidarda olduğunu ifade etmiştim. Tabii zihniyet düzeyinde, bu iş devam ediyor. Halk için ama halka rağmen ve siyaseti halkı eğitmek gibi gören bir zihniyet, devamlılığını sürdürüyor.” (Prof. Şükrü Hanioğlu, Sredar Karagöz Ropörtajı, Sabah Gazetesi-05.09.2010)
“İttihatçılık” bu topraklarda darbeci zihniyetin yerleşmesini sağlamıştır. Sonraki dönemlerde bu zihniyet sürekli devrede kalmış ve Devletin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Cumhuriyeti kuran kadrolar, bizzat içinde yetiştikleri ittihatçı geleneği yeni Devleti kurarken de yaşatmışlardır. Başka bir deyişle; Ulus-Devleti, “ittihatçı”ların kullandığı yöntemle tepeden inme bir darbeyle kurmuşlardır. Zira Milli Mücadelenin amacı; Cumhuriyeti, yani Ulus-Devleti kurmak değil, Osmanlı sistemini, daha küçük bir coğrafyada (Misakı Milli Sınırları içinde) sürdürmekti. Savaşın amacı bu çerçevede ortaya konmuştu, ama bu ters yüz edilerek, savaşı kazanan kitlenin temsil edilmediği yeni bir paradigma inşa edildi.
Tek Parti Yönetimi dönemi, bu paradigmanın inşa edildiği bir süreçtir. Çok partili döneme geçildikten sonra da bu anlayış, varlığını ve etkisini perde gerisinde sürdürmüştür. 27 mayıs 1960, 12 Mart !971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 darbelerinde “kollama ve koruma” göreviyle sahneye çıkmıştır. Bunun dışında sahne gerisinden sayısız müdahale yapıldığı da ayrıca bilinen hususlardandır.
Öte yandan, Türkiye’nin Nato’ya üye olmasından sonra ilginç bir gelişme ortaya çıkmıştır. Nato’nun hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik İttihatçı gelenekle örtüşen, hatta bütünleşen bir bakıma küresel ittihatçılık diyebileceğimiz yeni bir gücün, devreye alındığı görülmektedir. Çeşitli kaynaklarda bu güç hakkında özetle şu bilgilere ulaşılabilmektedir:
“İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet tehdidine ve olası bir işgal durumuna karşı 1948’de NATO kuruldu. CIA bünyesinde ise komünizmle mücadele amacıyla; basını elde edip sendika ve siyasi partilere mali destek sağlayarak ve anti-komünist bir propaganda yaparak gizli kuvvet oluşturacak bir yapı oluşturuluyordu. Gladio örgütü bu gerekçeyle kuruluyordu. ABD’nin finanse ettiği bu örgütler bir işgal durumunda sabotaj ve gerilla eylemleri gerçekleştirerek, dışarıdaki hükümete bilgi göndereceklerdi.
Türkiye’deki örgüt 27 Eylül 1952’de “Seferberlik Tetkik Kurulu” adıyla kuruldu. ABD’nin 1974’deki silah ambargosuna kadar bu örgütün ABD’den direkt para alarak iş gördüğü bilinmiyordu. Türkiye’deki Gladio örgütü 1965’de “Özel Harp Dairesi” adını aldığında, hâlâ ABD askeri yardım örgütü JUSMMAT ile aynı binada faaliyet yürütüyordu. Özel Harp Dairesi’nin 12 Mart ve 12 Eylül’de görev üstlendiği biliniyor. Özel Harp Dairesi 1991’de tümen seviyesine yükseltildi ve Özel Kuvvetler Komutanlığı adını aldı.”
“Gladio” adlı kontrgerilla örgütünün Türkiye’deki uzantısına siyasi literatürde Özel Harp Dairesi, eylemleri gerçekleştirenlere ise kontrgerilla denmiştir.
Kontrgerilla ne iş yapar?”
Türkiye’deki en yetkin uzmanlardan Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan: “Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekat” ST 31-15 adlı talimnamede açık ve sinsi Gayri Nizami faaliyetler arasında; adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm hale getirme, adam kaçırma suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık, şantaj sayılmakta ve 10. sahife, madde 9’da: ‘Bir Gayri Nizami kuvvetin yer altı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir’ denilmektedir.”
Darbe ile devrim arasındaki fark; birincisinin tepeden, ikincisinin tabandan, yani toplum tarafından desteklenerek gerçekleştirilmesidir. İlki halkla –hiç değilse bir kesimi ile- beraberdir, diğeri halka rağmendir. Tasarlanan bir darbenin başarısı, destek vermeyen halkın karşı çıkmasını önlemekle mümkün olur. Toplumun karşı çıkması halinde, hareketin başarıya ulaşması güç, hatta imkansız olabilir. İşin başını çekenlerin büyük zararlara uğramasına, ağır bedeller ödemesine yol açabilir.
Bundan dolayı, darbenin başarısız olmasını önlemek için, haklı bazı gerekçelere dayandırılması ve halkın ikna edilmesi önemli ve gereklidir. Bunun için toplum; düzenin ve ülkenin, tehlikelerle karşı karşıya olduğuna inandırılmalıdır.
Darbelerde bu görev, “Özel Harp Dairesi”nin koordinasyonunda; “Derin Devlet”, “Gladio”, “Kontrgerilla” veya “Ergenekon” olarak adlandırılan yapı veya yapılar tarafından yerine getirilmektedir. Bu süreçte ve değişik vesilelerle ortaya çıkan bilgiler; Türkiye’de Devlet sisteminin ve resmi ideolojinin korunup kollanması gerekçesiyle baskı, sindirme, işkence, tehdit, şantaj, sansürleme, istismar, bombalama, karalama, gözden düşürme, özgürlükleri askıya alma, öldürme ve benzeri pek çok olayın arkasında hukuku dikkate almayan bu yapının olduğunu göstermektedir.
Sovyet Bloku’nun çökmesi ve “komünizm”in tehdit olmaktan çıkması sonucunda bu yapı son bulmamış, yalnızca tehdit algılaması kızılın yerine yeşilin geçirilmesi ile gerekli değişiklik yapılmıştır. 26 Eylül 1994 tarihinde NATO Genel Sekreteri seçilen Willy Claes, 2 Şubat 1995 tarihinde Alman Sueddeutsche Zeitung gazetesine şu demeci veriyordu:
“Fundamentalizm en az komünizm kadar tehlikelidir. Lütfen bu tehlikeyi küçümsemeyin. NATO askeri ittifaktan daha fazla bir şeydir. Kendisini Kuzey Amerika ile Avrupa’yı birbirine bağlayan uygarlığın temel ilkelerini savunmaya adamıştır”.
Nato’nun yaptığına paralel olarak Türkiye de gerekli değişikliğe giderek, 1996’da da Milli Askeri Stratejik Konsept(MASK) değiştirilmiş ve o güne kadar ikinci sırada gösterilen“irtica”, yani “İslam” tehdit sıralamasında birinci sıraya çıkarılmıştır. Nitekim; 28 Şubat, bu düzenlemenin bir sonucu olarak uygulamaya sokulmuştur.
12 Eylül 1980 sonrasında Ulus Devlet İdeolojisini kollamak ve korumak amacıyla Darbe yapan askerler, paradoksal biçimde kendi elleriyle Ülkeyi küresel entegrasyona götürecek olan Turgut Özal’a teslim ettiler. 28 Şubat sonrasında benzer bir misyon üstlenen Ak Parti, aynı doğrultudaki politikaları sürdürmek üzere iktidar oldu.
Ulus Devlet yerini Küresel organizasyona terk ederken, eskilerin yerini de yeni mekanizmaların alması tabiidir. Nitekim, kimi Avrupa Ülkelerinde sancılı gelişmelere sahne olan derin yapıları tasfiye operasyonları yıllar önce sonuçlandırılmış ve yeni mekanizmalar devreye alınmıştır. Nato ve Batı İttifakının çeşitli yapıları içinde bulunan Türkiye’nin de aynı yollardan geçmesi son derece olağan bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.
Bu nedenle, son dönemde tasfiye sürecine giren, başka bir deyişle, yeni şartlara uyumlu bir şekil alacak olan yapı, “Ergenekon” adıyla halen yargılama sürecinde bulunmaktadır. Muhtemeldir ki; yargılananların bir çoğu Özel Harp Dairesi tarafından toplumun değişik kesimlerinden seçilmiş ve eylemlere yönlendirilmiş elemanlardır.
Gelişmeler, Türkiye’de derin güçler tarafından planlanan ve Askeri müdahale biçiminde tezahür eden darbeler döneminin kapandığını işaret ediyor. Bu tarz darbelerin son bulması darbeci mantığın da son bulduğunu gösterir mi? Bundan emin olmamak gerekir. Dünün küresel hegemonya amacı bugün de sürdüğüne göre, darbeci mantığın farklı bir alanda ve farklı tarzda, yeni enstrümanlarla işlemesi beklenmeyen bir sonuç olmamalıdır. Kuşku yok ki; küresel sistem, ihtiyaç duyduğunda, yani çizgi dışına çıkıldığını, çıkarının zedelendiğini gördüğünde müdahale etmeyi mutlaka deneyecektir.
Silahlı darbe dönemi sona erdiğine göre, muhtemel darbe tarzlarını tahmin etmeye şimdiden başlasak hiç fena olmaz. Eski sayfa kapanıyor, yenisi temiz bir sayfa mı, yoksa her gözün keşfedemediği yeni planlarla mı süslü? Bu sorunun cevabı hayati önem taşıyor.