ŞEHİRLERİMİZİN KİMLİĞİ

Batı ile ilişkilerin yoğunluk kazanması ve her alanda kimlik bunalımının kendini hissettirmesi, paralel bir süreç izlemiştir. Şehirler, kimlik bunalımının yoğun biçimde hissedildiği başlıca alanlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimliğin oluşumunu sağlayan düşünce ve inanç sistemi, aynı zamanda şehirlerin kuruluş ve gelişmesi ile belli bir kimliğe sahip olmalarına da kaynaklık etmiştir. Böylece, bir yandan, İslam kültür ve medeniyetinin etkin olduğu dönemlerde özgün yapısıyla ortaya çıkan yeni şehirler oluşmuş,diğer yandan, eski şehirlerin sakinlerinin Müslüman olması ile de şehir giderek yeni inancın özellikleriyle bütünleşen ve dönüşen bir yapılanma sürecine girmiştir. İslam coğrafyasında Batı egemenliğinin pekiştiği döneme kadar şehirler, yerel ve tarihi özellikleriyle birlikte İslam Şehri kimliği içinde gelişmişlerdir. Şehrin planlanması, mimari yapılanması ve kurumların ortaya çıkması, dinin toplumsal hayatı yönlendiren ilkelerinin mekanda somutlaşmasının sonucudur.

İslam Şehri, kimliğinin doğal uzantısı olan kurumlarla şehre damgasını vurmuş ve toplumsal hayatın şekillenmesini sağlamıştır. Örneğin; günde beş vakit namazın cemaatle, Cuma ve Bayram günleri şehir sakinlerinin tümünün toplu namaz kılması, bir arada yaşama bilincinin yaşatılması ve geliştirilmesi için şehrin merkezine cami (ulu cami) yerleşmiştir.

Komşuluk hukukuna üst düzeyde önem verilmesi, zekatın zorunlu, çatışmayı engelleyen- sosyal barışı teşvik eden paylaşmanın (infak) özendirilmesi; kimsenin yalnızlık, kimsesizlik, yoksulluk ve çaresizlik içinde kalmasını engellemiştir. Bunun için merkezi caminin yanında büyüyen şehirlerde mahalle ve vazgeçilmez merkezi mescitlerde, topluluğun bir araya gelmesi, kimsenin kendi haline terk edilmesine imkan bırakmamıştır. Mahallede sivil toplum; dinamik, canlı ve fonksiyoneldir, olup biten her şey, kontrol altındadır. Sevinçler herkes tarafından paylaşılır. Bu yüzden sokaklar dar, evler bağımsız, özgür, ama, iç içedir. Herkes, birbirinden haberdar ve sorumlu olma anlayışıyla hareket eder. Yapıların içi ve dışı gösteriş için değil, ihtiyaç ve sükunet için dizayn edilir.

Batı düşünce sisteminin oluşturduğu şehirler; insanı gücün merkezi olarak gören ve yücelten, her şeye tahakküm etmeye çalışan, böylece mutluluğu elde edeceğini düşünen anlayışın egemen olduğu mekanlardır. Bu şehirlerde; yeryüzünü yegane cennet sayan, bunun için refahı hayatın gayesi kabul eden, tüketimi de bu gayenin en etkin aracı olarak algılayan, rahat kavramının belirleyici olduğu bir hayat telakkisinin dayanılmaz çekiciliğini yansıtan yapı, kurum ve sosyal mekanlar vardır. Zevk, konfor, gösteriş, büyüklenme, bencillik, sömürü, duyarsızlık, evsizlik bu şehirlerin ruhunu ve görüntüsünü şekillendirir. Bunun sonucunda giderek kaybolmaya yüz tutan birey ve toplum yapısının ihtiyaç duyduğu mekanlarla kuşatılmış bir şehir çıkar ortaya.

Bu ayrım çerçevesinde, yaşayan şehirlerimiz; İslam Şehri veya Batı Şehri kategorisinden hangisine uygun düşer? Bu sorunun en kestirme cevabı yine şu soruda saklıdır: Biz hangi kültür ve medeniyetin üyesiyiz? Tam anlamıyla,bugün için, Batı veya İslam kültür ve medeniyetinden birine mensup olduğumuzu ifade etmemiz bir anlam ifade etmediğine göre, şehirlerimizin kimliği ve hangi kategori içinde değerlendirileceği konusunu da net bir ayrım içinde ifade edemeyiz.

Batı’nın yeryüzüne egemen olma süreci boyunca, İslam Dünyası ve özellikle ülkemizin yönetici elitinin, Batı kültür ve medeniyeti içinde yer alma arzusu ve bu uğurda içine girdiği despot tutum, kitlelerin taleplerini karşılamak bir yana, aksine boğmaya çalışmıştır. Ortaya çıkan, kültürel çatışma, ne bir tarafı büsbütün hakim, ne de diğerini tamamen yok edebilmiştir. Sonuçta, hangi yöne ait olduğu belli olmayan gel-gitler içinde melez, arabesk bir toplumsal yapı oluşmuştur. Şehirlerimizin de bu yapının aksine bir gelişme seyri izlemesinin mümkün olmadığı, yaşayan örnekleriyle göz önündedir… Kalıcı, sürekli, yerleşik bir kültür yerine; geçici, bedevi, kararsız, kapkaç, korsan, aceleci, yoksul, çaresiz, perişan, kelimenin tam anlamıyla gündüzün aydınlığına görünmeyen bir gecekondu kültürü yansıtmaktadır.

Sonraları, bu arabesk yığıntıların yanına, tüketim kültürünü yücelten bir şehir mimarisi gelişmeye yüz tuttu. Renkli reklam görüntüleri, gökdelenler, yıldızlı oteller, eğlence merkezleri, alışveriş merkezleri, lüks konutlar-işyerleri ve benzeri yapılar, şehrin kimliğine yeni ve farklı bir çehre kattı.

Her alanda içinde bulunduğumuz kimlik bunalımından kurtulmanın şartlarını oluşturmak zorunda olduğumuza şüphe yoktur. İçinde bulunduğu kimlik bunalımından çıkarak, yeniden şekillenmesini sağlamak üzere şehirlerimizin ruh dünyasına nüfuz edecek; bilgi sistemi, uygulama duyarlılığı ve iradesine sahip ehliyet sahibi insanlara teslim edilmesi, içinde bulunduğumuz günlerin öncelikli konusu olarak ele alınmak durumundadır. Sorumluluğun gereğini yerine getirme gücüne sahip olanların, buna uygun davranmaması halinde, işlenecek kötülüklere ortak olacaklarına kuşku yoktur.

Yeni Safak Online – Düşünce Günlüğü – 29.12.2003 Pazartesi

 

 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir