Darbeler Durdurulabilir mi?
“Darbeyi egemenler planlar işbirlikçiler uygular” dedik ama “darbe mağdurları ne yapar?” sorusuna ilk kez; “Şapkasını alıp gitmesi adettendir, boynuna ipin geçirilmesine bile itiraz edemezler” cevabını yapıştırmadık.
Reis de cumhur da bir ilke imza atarak bu topraklara yabancılaşan “sivil” ve “direnişçi” ruhu bir nebze dirilttiler. Herkese yeni kapılar açabilecek bir anahtar uzattılar. İyi bir iş çıkardılar.
Islahat Hareketleri, Tanzimat, Meşrutiyet ve İttihatçılar döneminde Batı’ya bağımlı zihinler üreten bir hazırlık dönemi yaşandı. Fransız İhtilali ile öne çıkan fikir ve kavramların İslam Dünyasında yaygınlaşması bu amaca yönelik olarak belli çevrelerce planlı şekilde teşvik edildi. Böylelikle; etkin konumdaki birçok devlet adamı, asker, akademisyen ve entelektüelden oluşan ve giderek genişleyen bir halka; sömürgeci Batı’nın isteklerine uygun hareket edecek kıvama geldiler. Tanzimat, Meşrutiyet, 31 Mart Vakası gibi ilk darbe örneklerini bunlar hayata geçirdiler. İttihat ve Terakki ise, başvurulan tek geçerli yöntem haline getirilen darbecilik sayesinde yönetimi ele geçirdiler. Zafer sarhoşluğu içinde ihanete varan uygulamalara imza attılar. İşbirlikçilik yapmakta tereddüt etmeden İslam Birliğinin parçalanmasında etkin rol alarak Batı’nın hayallerinin gerçeğe dönüşmesine hizmet ettiler.
Aynı geleneği benimseyen bir kadro, onların kaldığı yerden devam ederek Müslüman Ahalinin canını dişine takarak kazandığı savaşı yenilgiye dönüştürdü. Savaş meydanında korunanları masa başında işbirliği içine girdikleri sömürgeci Batı’ya peşkeş çektiler. Bunun için bir yıllık kısa bir zaman içinde üst üste darbeler gerçekleştirdiler. Son gücünü kullanarak ayakta durmaya çalışan İslam Birliğinin son kalesini yıktılar.
Bu tarihten sonra Batı’ya, hem İslam Ülkelerini işgal ve sömürünün, hem de darbelerin yolu bilinmeyen bir tarihe kadar açıldı.
Dayatmalarla ve toplumun iradesini dışlayarak kurulan ve sürdürülen yeni düzene karşı toplumda biriken tepkilerin etkili bir muhalefet olarak dışa vurduğu her aşamada darbeler devreye girdiği görüyoruz. Toplum bu yolla tedip edilmiş ve sindirilmiştir. İşbirlikçi modern etno seküler devlet, küresel güçlerin planladığı darbelerde uygulayıcı rolünü üstlenerek onların çıkarını kendi toplumunun çıkarının üstünde tutmuştur.
Sonuç olarak, ortaya şu yalın gerçek çıkmıştır: Son girişim dâhil Türkiye’deki bütün darbeler, küresel sistemin çıkarı ve egemenliğini önceleyen işbirlikçi bir yönetimin işbaşına bulunması için hayata geçirilmiştir. Dünyadaki darbelerde de tarafların pozisyonu ve ulaşılan sonuçlar büyük ölçüde aynı veya benzerdir.
Bu noktada son derece önemli bir hususun altını çizmeliyiz:
Avrupalıların “Coğrafi Keşifler” adıyla 15. Yüzyılda başlattığı sömürgecilik, İslam Dünyasına beş yüz yıllık bir gecikmeyle girebilmiştir. Siyasi ve dini birliği temsil eden halifelik kurumunun bütün Müslüman toplumları blok halinde bir arada tutmuş olması bu sonucu doğuran ana faktördür. Müslümanların böyle bir örgütlü yapıya sahip olması, dış etkilere karşı dirençli, korunaklı ve güçlü olmalarını sağlamıştır.
Bundan dolayı; çağımızda da bu açgözlü vahşi sistemi durduracak yegâne güç, imkân, potansiyel ve birikime sadece İslam’ın sahip olduğu kolayca iddia edilebilir. Dünyadaki diğer muhalifler, aynı kök paradigmadan beslendikleri için gerçek bir alternatif olma imkânına sahip değildirler. Düşünsel, felsefi, dini ve ideolojik akrabalıkları buna engeldir.
Küresel aktörlerin tehlikeli ve riskli görerek İslam’a ve Müslümanlara nefes aldırmaması boşuna değildir. Bu amaçla; İslam’ı hem içeriden hem dışarıdan yıpratacak, yozlaştıracak, öcüleştirecek, şiddetle özdeşleştirecek projeleri birbiri ardından uygulamaya koyuyorlar.
Ilımlı İslam projesiyle neler yapmak istediklerini bu darbe girişimiyle bir kez daha yakından görme fırsatı bulmuş olduk. İşbirlikçilerin İslam’ı kullanarak tetikçiliğe nasıl soyunduklarına da bu vesileyle şahit olduk.