Eğitim, Modern Bir Kutsal mı?
Neden Dünyanın her yerinde eğitimin felsefesi, şekli, içeriği, standartları ve ürettiği insan modeli üç aşağı beş yukarı birbirinin kopyasıdır?
Neden Dünyanın her yerinde ekonominin, hukukun, felsefenin, siyasetin, tüketimin, milliyetçiliğin şekli, içeriği, standartları ve ürettiği insan modeli üç aşağı beş yukarı birbirinin kopyasıdır?
Neden Dünyanın her yerinde insanların kıyafeti, saç stili, yemekleri, zevkleri, yaşam biçimi aynılaşıyor?
Neden Dünyanın her yerinde şiddete yönelim, cinsel sapkınlıklar, uyuşturucu kullanımı, alkol bağımlılığı özgürleşme adına benzer biçimde teşvik ediliyor?
Neden Dünyanın her yerinde kadınlar evlerinden, annelikten, mahremiyetinden, yaratılışına uygun hayattan koparılıyor?
Neden Dünyanın her yerinde spor adına ve yerine insanlar futbol cinnetini; fanatizme, tapınmaya, gözü dönmüşlüğe dönüştürüyor?
Neden Dünyanın her yerinde şehirler, binalar, sokaklar, alışveriş merkezleri, işyerleri aynı tarzı kullanıyor?
Neden Dünyanın her yerinde depresyon ve ruh hastalıkları çok yaygın ve ilaçları akıl almaz boyutlarda tüketiliyor?
Neden Dünyanın her yerinde yoksulluk, ölümler, savaşlar, iç çatışmalar, göçler, hastalıklar önlenebilir olduğu halde kol geziyor?
Neden Dünyanın bütün yer altı yer üstü kaynakları ve beşeri sermayesi belli toplumların refahı için kullanılıyor?
Çoğaltabileceğimiz soruların önümüze serdiği tablo; farklılıkların giderek azaldığını, benzerliklerin, aynılıkların, tek tipleşmenin gittikçe arttığını ve sömürünün hız kesmediğini ortaya koyuyor.
Böyle giderse, bu süre sonra tüm insanlar ve toplumlar birbirinin kopyası mekanik aygıtlar haline gelecekler.
İçinde bulunduğumuz postmodern dönem, beş yüz yıllık Batı kültürünün tek tipleştiren bu üretimini yeni bir aşamaya taşıyarak sürdürüyor. Belirlenmiş ve değişmeyen hedefini yenilenmiş araçlarla gerçekleştirmekten bir an geri durmuyor.
Uluslaşma, Dünyanın her yerinde benzer eğilimlerin, kavramların, kurumların egemen olması yolunda kendi adına önemli mesafeler aldı.
Küreselleşme, Uluslaşma sürecinin kaldığı yerden devam ederek yeryüzünde tek merkezden yönetilen tek toplum inşa etmeyi sürdürüyor.
Bunun için dayanıklılığı daha az, geçirgenliği ve esnekliği daha fazla olan mikro milliyetçiliklerin egemen olduğu sınırlar örülüyor.
Bütün bunlar, uzun bir zamandan beri üretilen ve geleceği de şekillendirmesi beklenen kutsallar üzerinden kotarılıyor: Aydınlanma, bilim, ilerleme, kalkınma, gelişmişlik, teknoloji, refah, uluslaşma, özgürlükler, demokrasi vb.
Benzer bir kutsallıkla nitelenen eğitim ise;
Meşrulaştırıcı bir mekanizma olarak tümüne referans olma rolünü yerine getiriyor. Kutsal ve sorgulanmaz bir dokunulmazlıkla bütün bu kavramların alanlarını genişleterek ve kullanışlı hale getirerek temel bir işlev görüyor.
Bağımlı, üretmeden tüketen, taklit eden, hayatla bağı kopuk, başkalarının çıkarını önceleyen, varoluşuna anlam yüklemeyen ve özgürlüğünü yitirmiş zihinlerin egemen olduğu bir toplumsal düzene yol açıyor.
Bu durum; baskı ve dayatmayla insanı şekillendirdiği ve özgürlüğü kısıtladığı halde tersi bir imaj ile masumiyet kılıfına bürünen eğitimin sonucudur.
Aslında eğitmek; şekil vermek, yönlendirmek, dayatmak, baskılamak gibi insanın kişiliğine ve yeteneklerine müdahaledir. Onu ideolojik bir şablona ve modern paradigmaya eklemlemektir.
Devleti; ailenin ve ebeveynin önüne geçirmek, zorunlu eğitim ve benzer uygulamalarla çocuğu ailenin elinden almaktır.
Papağanlar ve sirklerde gösteri yapan hayvanlar örneğinde olduğu gibi insanı, lehinde ve aleyhinde olanları fark edemez eğitilmiş bir varlık olmaya zorlamaktır.
Oysa Allah bile zorlayıp müdahale etmiyor, özgür bırakıyor, sadece uyarıyor ve hatırlatıyor: “Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat olmuş bir zorba değilsin.” (Kuran 88/22)