Küreselleşen Dünyada İslamın Solun Kürdün Millisi
Beş yüz yıldan beri atakta olan Avrupa merkezli dindışı uygarlık; insanın mahremi ve özeli dahil tüm alanları egemenlik altına alarak tarihin hiçbir döneminde görülmemiş büyüklüğe ve güce ulaşmış bulunmaktadır. Bunu sağlamak için soykırım dahil her türlü şiddete başvurmuş; din, felsefe, bilim, ırk, teknoloji, hukuk, eğitim, ekonomi, monarşi, demokrasi gibi akla gelebilecek her etkili unsuru araç olarak kullanmıştır. Yeryüzündeki toplumların her biri, dişlileri arasında yerini aldığı devasa çarkın işleyişine katkı sağlamak zorunda bırakılmıştır.
Modernizm; Orta Çağın fanatik, sorgulamayan dini tutumuna; insanı merkeze alan hümanizm, aklı belirleyici sayan natüralizm ile duyuları ve gözlemi temel alan pozitivizmle karşılık verdi. Tanrının merkezi rolünü red ve inkâr ederek yerine insanı oturttu. Yenileşme (Rönesans-reform), aydınlanma, sanayi devrimi gibi evreleri içeren beş yüzyıllık Modern dönem bu anlayışın egemenliğinde ilerledi. Ancak günümüze gelindiğinde, çözülenler, yerini aşılmaz sorunlara bıraktı. Yerelde ve küresel ölçekte azınlığın tahakküm ve sömürüsüne dayalı bir dünya ve onun tetiklediği yığınla problemle karşı karşıya kalındı. Toplumlar ve bireyler halen büyüdükçe içinden çıkılmaz bir hal alan bu sorunlarla boğuşuyor.
Şimdi; tıkanmaya başlayan modern dönemi besleyen seküler tasavvur, kazanımlarını korumak kaydıyla aynı ana yolun yeni bir etabına geçiş yapmakta kurtuluşu arıyor. Modernlik, iç değişim geçirerek kendini aşan, yenileyen, değiştiren Postmodernizme eviril/di/iyor. Modern dönemin dayandığı katı, üsttenci, baskıcı ırkçı ve dayatmacı karakter; yerini gün geçtikçe etkisini daha çok hissettiren, daha yumuşak, gevşek, esnek, belirsiz bir yapıya terk eder oldu. Savaş, işgal, çatışma ile elde edilen ve katı sınırlar içinde yönetilen batı dışı ülke ve toplumların bundan böyle amaçların değişmediği, araçların değiştiği yeni bir yaklaşımla yönetilmesi planlanıyor. İnternet, televizyon yayıncılığı, uluslararası ticaret, uydu sistemleri, bankacılık, gıda hareketi, uluslararası hukuk, kültür, markalaşma, reklam, çevre ve iklim sorunları gibi birçok alan artık ulus devlet sınırlarını giderek aşmakta, etkisizleştirmekte, hatta anlamsızlaştırmaktadır.
Küreselleşme, kontrol alanlarını çeşitlendirip büyüttükçe kısıtlayıcı özellikleri nedeniyle içinde rahat hareket edemediği milli sınırları işlevsizleştirmek gerektiğini fark ederek bunu aşacak tedbirler geliştirdi/iyor. Tek merkezden yönetilebilecek ve yönlendirilebilecek bir dünya hedeflendiğinden ulus milliyetçiliği yerine mikro milliyetçiliği öne çıkaran şehir devletleri denilebilecek güçsüz yapıların egemenliğini oluşturacak bir süreç ilerletiliyor.
Doğal olarak, tüm alanlarda olduğundan daha fazla siyasal alanın şekillenmesi öncelik taşıyor. Bunun için, geçen dönemin yıldızı olan “Ulus Devlet” sistemi, kodları ve mantığı ile birlikte devre dışına itiliyor. Yerine küreselleşen dünyanın ihtiyaçlarını karşılamaya daha elverişli bir siyasal yapılanma oluşuyor.
Avrupa merkezli uygarlık, bu dönüşümü zamanı kısaltan araçlar sayesinde büyük bir hızla gerçekleştirirken aynı kulvarda yürümeye karar vermiş öteki ülke ve toplumların, yarışa katılması şöyle dursun, sınırlı bir entelektüel kesimin dışındakilerin olayı fark ettiği bile söylenemez. Örnek olarak; Batı dışı ülkeler arasında modernleşmeyi en çok özümsemiş olan Türkiye bile, hala on dokuzuncu yüzyılın düşünce biçimi ve kavramlarıyla sorunlarını çözme/çözmeme iddiasını ısrarla sürdürmektedir. Sözüm ona; peşine takıldığı Batı uygarlığı azami hızla yoluna devam ederken, ona yetişmek şöyle dursun, sağa sola savurduğu çürümeye yüz tutmuş çöplerinden saray inşa etmek için çabalıyor ve bunu büyük bir marifet gibi gösteriyor. Başka bir yolu diriltmeye ne niyeti ne de mecali var!
Kuruluşundan beri hiç olmadığı kadar yeniden dirilttiği milliyetçi/ırkçı kodlu Ulus Devletiyle, yeniden ortalığı kasıp kavuruyor. Irkçılığın hiçbir zaman bu kadar tavan yaptığı bir dönemi hatırlayan yok!
Bir yandan da İslam, Türk Milliyetçiliğinin dar kalıplarının içine hapsedilerek tanınmaz hale getirildi.
Din karşıtı düşünce ve uygulamalarıyla özdeşleşen Atatürkçülük ve Kemalizm zorlama yorumlarla dindarların da sahipleneceği milli bir formata çekiliyor.
Sola; sömürgecilik, emperyalizm, küreselleşme karşıtı enternasyonal duruşunu milliyetçi bir çerçeveye indirgemek şartıyla izin veriliyor.
En vahim durumda olanlar ise Kürtler! Red, inkâr ve asimilasyonun bile yanında hafif kaldığı bir durumla karşı karşıya getirilerek Türk milliyetçisi olmaya zorlanıyorlar. Evet, Kürtlere Türk milliyetçisi olmaları dayatılıyor ve bunun dışındaki hiçbir seçeneği tercih etmelerine izin verilmiyor. “Ya sev ya terk et” benzeri bir baskı altında tutuluyorlar. Bunu reddedenler terörist olarak yaftalanıyor.
Özetle ifade etmek gerekirse; seçilen yol en kötüsü! Çünkü; sol değil, küreselleşme değil, ümmetleşme değil, birlikte yaşama değil, bağımsızlık değil, kardeşlik değil, özgürlük yolu değil, demokrasi değil! İslam hiç değil!
Ortada varlığı hissedilenler; politikasızlık, hedefsizlik, amaçsızlık, çaresizlik, aç gözlülük, şaşkınlık…ilh.
17.02.2020