OY VERMEK SEÇMEK DEĞİLDİR
Seçimler, darbeleri önleme gücüne hiçbir zaman sahip olamamıştır. Halkın, darbecilerden daha güçlü olduğu bir dönem henüz yaşanmadı. Bu vesileyle eskimiş bir gerçeği hatırlayalım: Seçimlerde oy veren halk, hiçbir zaman kendi temsilcilerini seçme imkânını bulamadı. Bütün seçimlerde, halkın iradesine rağmen ülkeyi yönetenlerin temsilcilerini onaylamak zorunda bırakıldı.
Elde kalan toprakların korunması için verilen savaş biter bitmez Birinci Meclis tarafından oluşturulan “Kurucu İrade” ve “1921 Anayasası” yok sayıldı. Lozan’da, kalan toprakların bir daha bölünmesine ve 1923’ten başlayarak sistemin kökten değiştirilmesine karar verildi. Her şeyiyle yeniden kurulan ulus devlet sistemine göre yöneticilerin belirlenmesi için belli aralıklarla seçimlerin yapılması gerekiyordu. Ancak yapılan seçimler, devleti yönetenlerin belirlenmesine değil, belirlenmiş yöneticilerin onaylanması ve güçlenmesini sağladı. Böyle olduğu için Tek Parti dönemi olarak anılan yirmi beş yıl boyunca aynı yöneticiler iş başında kalmayı sürdürdüler.
Birden fazla partinin seçime katılmaya hak kazandığı çok partili dönemde de iktidar, öncekilerle aynı kökten gelen bir ekibe devredildi. Cumhuriyetin demokrasiye dönüştüğü ve halkın kendi kendini yönetir hale geldiği iddia edildi ama iktidara gelen Demokrat Parti halk tarafından değil, devleti yönetenlerin onayı ve yönlendirmesi ile kuruldu. Başına da tek parti yönetiminin üçüncü adamı Celal Bayar atama ile getirildi. Partinin önde gelen diğer yöneticileri de Halk Partisinin kadrolarından devşirilmişti. Parti programı da ulus devlet sistemini korumayı ve geliştirmeyi ana hedef kabul etmişti. Tek farkı, Batı’daki gelişmelere paralel olarak liberal politikalara daha yakın durmasıydı. Kurucu iradenin değerlerine ve ilkelerine dönmek şöyle dursun, bu konuda CHP’den farklı bir yaklaşıma ve projeye sahip değildi. Batılı işgalcilerin dayatmaları ile kurulan devletin ana omurgasına Demokrat Parti’nin en küçük bir itirazı söz konusu değildi. Tek parti yönetimi gibi, “halka rağmen halk için” anlayışını sürdürdü. Baskı ve şiddete dayalı tepeden inme politikalarla toplumu modernleştirmeyi, daha yumuşak bir yöntemle sürdürerek sistemin kalıcı hale gelmesine hizmet etti. Yani, amaç aynı, sadece üslup farklıydı. Buna rağmen, devleti kuran güçler yumuşak üslubuna tahammül edemediler ve askeri müdahaleyle iktidarına son verip yöneticilerini darağacında sallandırdılar.
Yapılan darbe, halkın iradesi ve kararını ortaya koyan seçimleri hükümsüz, işlevsiz ve anlamsız bırakmıştı. Böylece; dünyanın her yerinde, egemenlerin çizdiği doğrultu dışına çıkıldığında başvurulan müdahale yöntemi olarak darbeler Türkiye’de yeniden devreye girmiş oldu. 1960 darbesi ile yeniden yapılandırılan ulus devlet sistemi; başta anayasal düzen olmak üzere, ihtiyaç duyulan yeni kurum ve kuruluşlarla iyice tahkim edildi.
Sistemin koruyucuları olan askeri ve idari vesayet; darbenin ardından, bu kez, Demokrat Partinin uzantısı olan Adalet Partisinin iktidara gelmesine izin verildi. Ama önceki dönemde olanların benzerleri yine tekrarlandı. On yıl sonra, 1971’deki askeri müdahale ile Adalet Partisi iktidardan uzaklaştırıldı.
Seçimler de halk da bir kez daha yok sayıldı.
1971’de olanlar 1980’de ve 1997’de de tekrarlandı. 28 Şubat 1997’deki darbe diğerlerinden farklı olarak değişen şartlara göre Postmodern özellikler taşıdığından doğrudan askeri yönetim biçimine dönüşmedi. Ama diğerlerinden daha etkili oldu.
Bundan sonra darbeler, konjonktürel nedenlerden dolayı şekil değiştirmeye başladı. Askeri seçenek yedekte tutularak ekonomik darbelerle aynı amaç ve sonuçlar elde edilir oldu. Zaten askeri darbelerin de amacı, ülkenin özellikle siyasal ve ekonomik alanda küresel sistemin çizdiği rotadan sapmasını önlemektir. Nitekim liberal politikalara geçişi sağlamak için planlanan 12 Eylül 1980 darbesi bu amacı gerçekleştirmek üzere Özal’ın iktidara gelmesine zemin hazırladı. Özal da kendinden bekleneni yerine getirerek liberal politikalara geçişi sağladı.
Özal’dan sonra bu politikalardan sapmalar oluştuğunda askeri vesayet bir kez daha devreye girerek aynı doğrultuya dönülmesini sağladı. Bu amaçla iş başına getirilen Kemal Derviş, küresel sistemle tam bir uyum içinde çalışacak köklü değişiklerin yapılmasını sağladı.
Askeri darbeler; ülkelerin, küresel güçlere bağlı kalmasını sağlamaya yönelik operasyonlardır. Postmodern ekonomik darbeler de aynı amaca hizmet etmek üzere planlanan müdahalelerdir. Modernleşmenin dayatıldığı bizim gibi ülkelerde halkın oyu ile yapılan seçimler, darbeleri önleme gücüne hiçbir zaman sahip olamamıştır. Halkın, darbecilerden daha güçlü olduğu bir dönem henüz yaşanmadı.
Bu vesileyle eskimiş bir gerçeği hatırlayalım: Seçimlerde oy veren halk, hiçbir zaman kendi temsilcilerini seçme imkânını bulamadı. Bütün seçimlerde, halkın iradesine rağmen ülkeyi yönetenlerin temsilcilerini onaylamak zorunda bırakıldı.