ŞEHİRLERİN ANLAM DÜNYASI

 İnsanların bir arada en yoğun şekilde yaşadıkları sosyal mekan olan şehirlerin, kültür ve medeniyet tasavvurunu en fazla görünür kılan birimler olduğuna kuşku yoktur. Öyleyse, seküler ve dinî orijinli olarak ikiye ayrılan kültür ve medeniyetler tarafından kurulan şehirlerin; geçmişini değerlendirmek, sahip oldukları sorunları irdelemek, yeniden şekillenmelerini ve gelişme standartlarının belirlemek, bu iki bakış açısından biriyle olmak zorundadır.

Şehirler, bir arada yaşayan insanların ihtiyaçlarına göre şekillenirler. Hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, insanların yemek-içmek, giyinmek gibi değişmez ihtiyaçları olduğu gibi, değişkenlik gösterenleri de bulunmaktadır. Bazen, bir toplumda ihtiyaç olarak algılanan kimi ürünlerin, bir başka yerde varlığından haberdar olunmayabilir.

Değişmez ihtiyaçların kaynağı, çeşitleri ve kullanış şekli gibi bazı hususlarda farklılıklarla karşılaşmak da son derece doğaldır. Et, hemen her toplumun tükettiği besleyici bir ürün olmakla birlikte; insan eti, vahşi hayvanların eti, kedi-köpek ve domuz eti, her toplumun tükettiği ürünler arasında değildir. Su ve türevleri de insanların kullanmak zorunda oldukları bir madde olmasına karşın Müslümanlar, alkollü içecekleri üretmez ve kullanmazlar. Keza, dinî görevlerin yerine getirileceği mabetler, inançlı bir toplumda vazgeçilmez bir ihtiyaç iken, dine inanmayan bir toplumun yaşadığı şehirde hiçbir anlam ifade etmez.

Şehirleri kuran ve ona sahip olanların mensup oldukları inancın oluşturduğu kültür ve medeniyet, o şehirde silinmez izler ve eserler bırakır.

Müslümanların yaşadığı bir şehir toplumunda, İslam’ın yapılmasını emrettiği kimi görevlerin yerine getirilmesi, çeşitli kurumların ortaya çıkmasını gerekli kılmıştır. Toplumsal yönü ağır basan bu görevlerin yerine getirilmesi amacıyla oluşan kurumlar veya şehirdeki kimi düzenlemeler, o şehre farklı bir kimlik kazandırır.Örnek: Başka anlamları yanında, İslam’ın beş şartından biri olan namazın bir arada kılınması için inşa edilen cami ve mescitler, İslam şehirlerinin sembolü olagelmişlerdir. Zekat, sadaka, infak kavramları etrafında şekillenen sosyal dayanışmanın, İslam tarihinin her döneminde ortaya çıkardığı aşevleri, imaretler, kervansaraylar, vakıflar, sebiller, şifahaneler şehirlerin sosyal dokusunun ve fiziki kurumlaşmasının şekillenmesinde etkin olmuşlardır.

İnsanı gücün kaynağı ve merkezi olarak gören, dünyayı yaşanacak yegane yer olarak görüp, bir yaratıcı tanımayan, ölümden sonraki hayatı kabul etmeyen, her şeyi yaşadığı dünya için yapan, zevk ve mutluluğu yaşadığı hayatın anlamı olarak kabul eden seküler düşüncenin şekillendirdiği dünya görüşü de bu bakış açısının kurduğu şehirlere yansımıştır. Diğer bir ifadeyle şehirler, bu dünya görüşünü sembolize edecek unsurları ön plana çıkarmıştır. Lüks, israf, şatafat, zevk, gösteriş, büyüklenme, ayrımcılık ve benzeri hususlar, bu şehirlerin kimliğini oluşturan kurumlara damgasını vurmuştur:

Dev sütunlar üzerine kurulan yapıları, ilahlara ait olduğu varsayılan heykelleri, insanların birbirine ve vahşi hayvanlara kırdırıldığı arenaları, antik Roma şehirlerinin tipik sembolleri olarak ortaya çıkması, o topluma şekil veren pagan kültürünün yansımalarıdır.

Lüks ve şatafatı dini bir kisve altında yaşatan görkemli katedraller, mütevazılığını yitirmiş kiliseler, dev saraylar, şatolarla bir kibir abidesi gibi duran şehirler; Roma kültürüyle sentez oluşturmuş Hıristiyan Ortaçağ Avrupa’sının yansıttığı anlayışın fotoğrafından başka bir şey değildir.

Refah toplumu hedefine kilitlenmiş, üretim-tüketim sarmalında dünyayı kendi cennetine çevirme telaşındaki günümüz dünyasını güden hakim anlayış da, kendine özgü bir toplumsal mekan(şehir) üretmiştir. Dünyanın büyük bir bölümünü yoksulluğa ve ölüme mahkum eden bu anlayış; insanları durmadan tüketen bir sürüye dönüştürürken, tüketim dininin mabetleri hükmünde olan devasa, uçsuz bucaksız alışveriş merkezlerini şehirlerin çekim merkezi haline getirmiştir. Öte yandan, bu sonu gelmez tüketim talebini bir yandan tahrik edecek, bir yandan talebi karşılayacak ürünleri yetiştirecek üretim merkezlerini organize eden lüks gökdelenler, finans kapitalin egemenliğini göğe doğru yükselerek adeta ilan ediyorlar. Bunların yanında, yanıp sönen reklam ışıkları veya rengarenk reklam panoları, göz alıcı vitrinler, cadde ve sokaklarda hareket veya park halinde sayısız motorlu araçlar, dikkati en fazla çeken görüntülerdir. Bunlar ve şehirlerin mutfağı sayılabilecek sanayi tesisleri, üretim merkezleri ve teknoloji geliştirilen bilgi merkezleri, finans kapitalin belirleyici gücünü simgeleyen yapılanmalar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tüketim çılgınlığı veya köleliği yoluyla refah toplumunu planlayan finans kapitalin gözü dönmüş iştahı, her konuda olduğu gibi insan bedeni üzerinden de kar sağlamakta sakınca görmemektedir. Bunun için; yalnızlaşan, kimsesizleşen, kimliksizleşen, heyecanını yitiren, yaşama sevincinden uzaklaşan, ölümden sonraki bir hayata hazırlanma kaygısı da bulunmayan, seküler düşünce girdabındaki insanı tekdüze bir ortamdan, ona kendini unutturacak bir sektöre yöneltir. Bu yöneliş, kişiyi; bağımlılık da oluşturan sapkın eğilimlere, uyuşturucu kullanımına, kumar ve şans oyunlarına veya şiddetin kucağına atar. Böylece, arz-talep dengesi içinde sermaye birikimini ve egemenliğini güçlendiren maddi medeniyetin sahipleri, bu sektörün üretim ve tüketim mekanlarını da şehrin sembolleri arasına katmış olurlar.

Bu ve benzeri nedenlerle, şehirlerin tasarlanması, geliştirilmesi, uluorta gördüğü her şeyi şehre taşıyarak monte etmekten ibaret görmemek gerekir. Her araç ve her mekan bir inancın, bir felsefenin ürünü olduğu için şehirleri kuran ve geliştiren bir değerler dizisine ihtiyaç vardır. Ufuk ve vizyon oluşturan değerlerle konuya yaklaşılmazsa, mevcutlarında olduğu gibi, ortaya; başıboş, arabesk ve kimliksiz şehirler çıkar.                                                                                                                    27.10.2009

MEHMET ALKIŞ

 

 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir