12 Eylül ve Kürt Hareketi
12 Eylül ve Kürt Hareketi
Kürt hareketini 12 Eylül 1980 ile başlatmak son derece yanlış bir görüştür. Daha öncesine gitmek de mümkün olmakla birlikte sorunun yeni bir mahiyet kazanarak derinleşmesi Ulus-Devletle birlikte başlamıştır. Bu süreci Ulus-Devletin kuruluş aşamasından ve paradigmasından soyutlamak mümkün değildir. Haddizatında sorunu üreten yeni Devletin ideolojik yapılanmasıdır. Öyle olduğu içindir ki; sorunu bir bütünlük içinde ve içten içe büyüyen bir süreç olarak değerlendirmek gerekir. Her aşama, arkasından gelen aşamayı beslemiş ve hazırlamıştır.
12 Eylüle doğru gidilen aşamayı doğru anlamanın yolu; başından itibaren tüm süreci ve özellikle 12 Mart 1971 Darbesini doğru okumaktan geçer.
12 Mart sonrası 1974-1975 yılları Özgürlük Yolu, Rızgari, DDKD, KAWA, KİP, KUK ve benzeri bir çok Kürt örgütünün kurulduğu yıllardır. Bu örgütlerin tümü sol ideolojinin fraksiyonlarını temsil ediyorlardı ve Türk Solundan ayrışarak Kürt Solunun bağımsız oluşumunu gerçekleştiriyorlardı. Bu zamana kadar Kürt Hareketi; bir yandan geleneksel bir çizgide ve ağa, şeyh, molla gibi kimlikleri olan Kürtler eliyle sürdürülmüştü. Bir yandan da Türk Solu içinde kendine bir alan açan modern eğitimli ve Marksist İdeolojiyi referans almış aktörler eliyle yürütülmekteydi. Yetmişli yıllara kadar Kürt Hareketi içinde bulunanlar, silaha ve şiddete dayalı bir mücadele yoluna başvurmamışlardı.
1974’te Ankara’da temelleri atılan ve 1978’e kadar ‘Apoculuk’, 1978’de ‘Kürdistan İşçi Partisi(PKK)’ adıyla ortaya çıkan örgüt, 80 öncesinden başlamak suretiyle Kürtlerin yaşadığı bölgelerde inisiyatifi ele geçirmiştir.
Önce bölgede devletle işbirliği içinde olduğu gerekçesiyle Hilvan’da ‘Süleymanlar’, Siverek’te ‘Bucak’, Batman’da ‘Raman’ aşiretleriyle çatışmalar başlattı. Silahlı mücadelenin tek geçerli yol olduğunu savunmakta ve diğer yolların zaman kaybı anlamına geldiğini dillendirmekteydi. Bunun için de yukarıda adlarını andığımız Marksist ideolojiye mensup Kürt Örgütleriyle çatışarak hepsinin kendi çatısı altında toplanmasını dayattı. 1980 Darbesi öncesinde bu stratejiyi başarıyla sonuçlandırarak Kürt Hareketi’nin bölgedeki tek temsilcisi haline geldi.
Başta Maraş, Çorum ve Fatsa gibi Türkiye’nin diğer bölgelerinde derin yapıların ve Kürt Bölgesinde PKK’nin gerçekleştirdiği eylemler, 12 Eylül 1980 Darbesi’ni geçerli gerekçelere dayandırmak ve toplumu hazırlamak için bulunmaz fırsatlar olarak değerlendirilmiştir veya planlanmıştır.
Kürt Hareketi ve özelde PKK açısından silahlı mücadelenin gerekçesi; Devletin Kürtlerin haklı taleplerini karşılamaması, red ve inkara devam etmesidir. Meşru ve demokratik yollardan ortaya konan taleplere Devletin baskı ve sindirme yoluyla cevap vermesidir. Türk ulusçuluğunu esas alan Resmi İdeolojiyi dayatmayı sürdürmesidir. Şiddete başvurmadan sürdürülen mücadele yöntemlerinin sonuç almamasıdır.
12 Eylül 1980 Darbesi, bu şartların hakim olduğu bir ortamda gerçekleştirilmiştir. Çatışma ve şiddet yoğun biçimde ve her günü kapsayacak şekilde sürerken, ilginç bir şekilde 12 Eylül günü bütün olaylar bıçakla kesilir gibi sona ermiştir. Silahlı mücadeleyi benimseyen Türk soluna ve sağına mensup örgütler ile Kürt Solunun tek temsilcisi konumunu elinde bulunduran PKK, silahlarını daha sonraki bir tarihte çıkarmak üzere ortadan kaldırmışlardır.
Darbenin diğer sonuçları yanında iki önemli sonucu son derece dikkate alınmayı hakkediyor:
Birincisi: Kemalist, Ulusalcı, hatta ırkçı denebilecek bir zihin yapısına sahip ve Resmi İdeolojiye sıkı sıkıya sahip olan askerler, bu görüşleriyle taban tabana zıt bir çelişkiye imza atmışlardır. Ülkeyi ulusalcı çizgiden küresel entegrasyona taşımayı hedefleyen Turgut Özal’a teslim etmişlerdir.
İkincisi: PKK, yurt dışına çekilip bir süre sessiz kaldıktan sonra, silahlı mücadeleye daha sistemli bir çıkışla ve bir tür gerilla savaşı yöntemiyle devam etmiştir.
Özetle; Kürt hareketinin şiddete yönelme eğilimine girmesi ile Ülkenin 12 Eylül Darbesine hazırlanması aynı döneme rastlıyordu (1975-1980). Türkiye Küresel sisteme eklemlenirken PKK dağa çıkıyordu. Kürt Sorunu, Kürtlere yapılan büyük bir haksızlığın adıdır. PKK, bu haksızlığa karşı çıkan silahlı bir örgüt olarak, günümüz dünyasının karmaşık ilişkilerinin ortasında, bir takım derin güçler ve uluslar arası organizasyonlarla ilişkiler kurmuştur. Bu tür ilişkilere benzer yapıların tümünün girdiği bir kanaat olmanın ötesinde, hem Kürt Hareketi içinde yer alan kimi kişi ve gruplar, hem de farklı kesimler tarafından paylaşılan yaygın bir tespittir
Bu bağlamda dikkat çeken ve üzerinde durulmayı hakkeden bir husus da şudur: 1980’den sonra Kürt Bölgesinin hemen her yerleşim yerinde ve Devlete bağlı olan vatandaşlar dahil, oralarda yaşayan herkese sistematik ve yaygın biçimde baskı, şiddet ve işkence uygulanmıştır. Hiçbir suçu ve bağlantısı olmayan, yaşlı, genç, erkek, kadın, muhtar, din görevlisi, misafir gibi, statüsü ne olursa olsun herkes aynı muameleye tabi tutulmuştur. Her hangi bir nedenle karakola işi düşen, seyahat sırasında yapılan yol aramalarında, yerleşim yerlerine ve evlere sudan sebeplerle yapılan baskınlarda kötü muameleyle karşılaşmayan kimse kalmamıştır. Özellikle tüm köylünün bir meydana toplanarak onurlarıyla oynanması, talime tabi tutulmaları, çırılçıplak soyulmaları, dayanılmaz hakaret ve işkencelerle insanların isyan noktasına sürüklenmesi, adeta bölgede klasik bir uygulama halini almıştı.
Bölgede yaşayan ve bu tür olaylarla ilgili bir çok hatıraya sahip olmayan insan yoktur. Bizzat ağır işkencelere uğramış insanların sayısı, hiç de küçümsenmeyecek sayıdadır. Bu ağır işkenceler sonunda, meydana gelen bir çok ölüm vakası da kayıtlara geçmiş bulunmaktadır. Gözetim altında, cezaevlerinde, özellikle de Diyarbakır Cezaevinde işlenen işkenceler, sadece Türkiye’nin değil, insanlık tarihi için kara bir leke olacak boyuttadır.
Bölgede Cumhuriyet Tarihi boyunca değişik tonlarda sürdürülen bu uygulamalar, 1980 Darbesi sonrasında en ağır seviyeye ulaşmıştır.
Bu insanlık dışı muamelelerle canından bezdirilen bölge insanı, PKK’ye sempatiyle bakmaya itilmiştir. Sonuç olarak PKK güç kazanmış ve insan kaynağı konusunda sıkıntı çekmeyecek bir rahatlığa kavuşmuştur. Bölge halkı nezdinde PKK’nin meşruiyetine adeta zemin oluşturulmuştur.
12 Eylül Darbesini tezgahlayan küresel güçlerin bu sonucu da planladığı veya öngördüğü düşünülebilir.