28 Şubat’ın Küresel Boyutu
Son iki darbe, yani 12 Eylül ve 28 Şubat; askerlerin ve onlara paralel hareket eden güçlerin yaman bir çelişkiye imza ettiği ilginç bazı gelişmeleri gözler önüne serdi. ‘Ulus Devleti tahkim etmek’, ‘Rejimi korumak ve kollamak’ üzere yapıldığı bildirilen bu darbelerin, aslında açıkça ifade edilmeyen başka bir amacı olduğu da anlaşılmıştır. Darbecilerin bu amacın farkında olup olmadığı bilinmemekle birlikte, asıl planlayıcıların bunu hedeflemedikleri elbette düşünülemez.
12 Eylül Darbesi, yönetime el koyan askerlerin ufku, çapı ve beklentilerini aşan bir kapasiteyle planlanmış olup Türkiye’yi küresel sistemle bütünleştiren başlıca adımlardan biri olmuştur. Dar görüşlü, dünyaya kapalı, şekilci, pozitivist, Din karşıtı, ulusalcı ve Kemalist zihne sahip askerlerin gerçekleştirdiği operasyon; Turgut Özal’ın liberal politikalarının hayata geçirildiği yeni bir yönetim anlayışına ve toplum tasavvuruna zemin oluşturdu. Bu paradoksal durumla Türkiye, Küresel güçlerin işaret ettiği yönde yeni bir aşamaya geçiş yaptı. Bu güçlerin destek ve yönlendirmesinin altındaki gerçek nedenin, bu sonucun elde edilmesinden ibaret olduğuna kuşku yoktur.
28 Şubat’ta ise, Askerler doğrudan yönetime el koymadılar ama darbeye önderlik ettiler. Başta medya ve yargı olmak üzere çeşitli güçlerin bir kısmını tehdit ve baskıyla, bir kısmını teşvik ve tahrikle harekete geçirdiler. Doğrudan el koymayla sonuçlanmaması, yeni darbe felsefesi ve tekniğine uygunluğu nedeniyle ‘Postmodern Darbe’ adlandırmasını gerçekten hak ettiği söylenebilir. (Belki de bu niteleme tesadüfî değil, bilinçlidir.) Küreselleşmeyle ifade edilen dönemin algısını güçlendirmesi de ayrıca dikkate değer bir başka husustur.
Darbelerin nitelik değiştirmesi, kaba/askeri güce dayalı darbe ikliminin giderek kaybolmaya yüz tutması, geçmiş darbelerle yüzleşmeye başlanması ve darbecilerin suçlu olarak yargı önüne çıkarılması yanıltıcı bazı düşüncelerin öne çıkmasına neden olmaktadır: ‘Darbeci mantık sona ermiş artık darbe olmaz. Darbelere gerekçe ve neden olan hususlar ortadan kalkmıştır. Demokrasi, İnsan Hakları ve Özgürlüklerle ilgili gelişmeler ile Teknoloji, Ulaşım ve İletişimin bu kadar ilerlemiş ve yaygınlaşmış olması müdahaleleri imkânsız kılmıştır. Geçmişteki korku ve endişelere kapılmayı gerektirecek bir gelişme artık olmaz…’ tarzında değerlendirmeler yapılır olmuştur.
İlk bakışta haklı gibi görünen bu değerlendirmelerin dikkatle incelenmesi halinde gerçeği yansıtmasının mümkün olmadığı fark edilecektir. Çünkü darbeler, küresel sömürü düzenini ülkeler bazında ayakta tutan en önemli araçlardır. Küresel hegemonya, sömürü düzeninden vazgeçmeyeceğine göre, ihtiyaç duyduğu her zaman bu yola başvuracaktır. Ancak 28 Şubat örneğinde görüldüğü üzere, yeni şartlarla birlikte nitelik değiştirmesi ve yeni tekniklerden yararlanması mümkündür.
Zaten küreselleşme dalgası, modern değerler dizisini daha ileriye taşıyarak dünyayı yeni şartlara ve gelişmelere uygun bir düzen içinde tek merkezden yönetmenin altyapısını hızla hazırlamaktadır. Ekonomi, sosyal hayat, hukuk, eğitim, tüketim alışkanlıkları, hatta Din’i tek tipleştirmek için adımlar atmaktadır. Mal ve kültürün sınır tanımaz bir güç olarak küresel hegemonyaya hizmet eder hale gelmesi sağlanmaktadır.
12 Eylül ve 28 Şubatta, ulusalcı mantıkla yapılan darbelerin küreselleşmenin politikalarını hayata geçirmek üzere planlandığını gördük. Modern zihin, adeta postmodern bir doğum yaptı. Bu, oldukça önemli bir sonuçtur.
Bunun yanında 28 Şubatta karşılaştığımız diğer bir sonuç, hem önemli hem dikkat çekicidir: Din’in araçsallaştırılması. Din’e ve Dindarlara karşı yapılan darbe, bir yandan ‘İslami Siyaset’i yürüten kadroları tasfiye ederken, diğer yandan aynı akımın içinden ‘muhafazakar/dindar’ bir iktidarın göreve gelmesine zemin hazırladı. Dudak uçuklatan bu çelişki; küresel hegemonyanın kurduğu sömürü düzeninin her şeyi meşrulaştıran sinsi planlarının bir yansımasıdır. (Bu bir itham değil, tespittir. İyi niyetlilere bir uyarı olarak algılanmalıdır.)
‘Din’e Karşı Din’, ‘Ilımlı İslam’, ‘Yeşil Kuşak’ gibi kavramlaştırmaların çağrıştırdığı ‘Din’in Küresel Sömürü Aracı’ olarak kullanılması projesi, bütün unsurlarıyla işlemektedir. Dünyadaki pek çok gelişme, Arap Baharı, Türkiye’deki durum ve kimi Dini Grupların Çalışmalarının bu çerçevede değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. Bilerek veya bilmeden bu kumpasın içinde yer alan Müslümanların durumlarını gözden geçirmek için hızlı hareket etmeleri samimi bir temenni ve bir zarurettir.
Tarihte ve günümüzde birçok örneğine rastladığımız yeni ‘Tahrif’ planları hedefine doğru ilerliyor. Giderek diğer alanlardaki gelişmeler gibi, tek merkezden yönetilen bir Din icat edilmesi hiç de uzak değildir. Yapılan bazı çalışmalar gün yüzüne çıkmış bulunmaktadır.
Allah, Din’ini her zaman olduğu gibi elbette koruyacaktır. Ancak Müslümanlar Dinlerini korumayı ve ona sadık kalmayı becerirlerse kurtuluşa erebilirler. Bu çetin sınavı kazanmak kolay görünmüyor.
26.04.2012