Bizim İslamcılar; “İslam’ın anayasal düzen, hukuk, ekonomi, eğitim, sosyal hayattan sofra adabına kadar bireysel ve toplumsal hayatın tüm alanları ile ilgili hükümleri uygulanmadan adaletsizlik, zulüm, çatışma, istismar, ırkçılık, yoksulluk, sömürü ve her türlü kötülüğün ortadan kalkamayacağını iddia ediyorlardı.
Şimdi bu çok kapsamlı, sınırsız ve devasa iddialarının neredeyse yerinde yeller esiyor. Artık “Hangi İslam” belirsizliğine kapılmış olarak İslam’ın dünyevi hayata yönelik hükümlerinin uygulanabilirliği ile ilgili şüpheleri paylaşıyorlar ve dünya nimetlerine abanıyorlar. Daha önce sıkı eleştiriye tabi tuttukları Hristiyanlık gibi dünyaya karışmayan bir din anlayışını artık kendileri de savunur oldu. Böylece, mevcut akışa uyup kendilerini egemen gücün kollarına bırakıp rahata ermeye çalışıyorlar.
Yani; önerisiz, öngörüsüz, iddiasız, projesiz, gelişigüzel, eklektik, belirsiz bir zihinle hâkim paradigmaya alternatif olmaktan uzaklaşıyorlar: Bir tür teslimiyet!
Yaklaşımları bu görüşsüzlüğe göre şekillendiğinden, bazen AB’ye girmeyi olmazsa olmaz gibi görüyorlar, bazen girmemenin daha hayırlı olacağını savunuyorlar. Bir yandan, AB’yi insani birikimin uyulması gereken hasılası sayıyorlar. Yüz bulamadıklarında ise, yerli ve milli birikimin daha üstün olduğundan söz ediyorlar.
Bu kaçıncı gelgit, artık hesabını şaşırdık!