Abdurrahman Arslan: “Demokrasi elbisesi Müslüman’a uymaz”

Salı, 17 Temmuz 2012 08:26 Röportaj

Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli mütefekkirlerden Abdurrahman Arslan Hoca’ya İslam ve Demokrasi konusunu sorduk. Burhan Dergisi okurlarının istifadesine sunuyoruz.

Demokrasi elbisesi Müslümana uyar mı?

Hayır uymaz. Hem idare biçimi olarak uymaz hem de anlayış olarak uymaz… İdare biçimi olarak uymamasını ben önemsemiyorum. Asıl önemli olan zihinsel halidir demokrasinin. Yani demokratik bir zihin Müslümanca bir zihnin çalışmasına manidir. Demokratik bir zihin sıradan bir zihin değildir… O zihinde dinin unsurları pek fazla yer almaz. Çünkü konsensüs üzerine kurulmuştur ve rasyonel bir öze dayanır demokratik tahayyül… Yani insanların bir araya gelip sorunlarını aklın ışığında çözmesi meselesidir demokratik zihnin faaliyeti… Dolayısıyla demokrasi sorunların mecliste konuşarak bir konsensüse varılması yoluyla çözülmesidir. Fakat bu klasik bir demokrasidir. Bugün artık böyle bir demokrasi yok… Bugün postmodern bir demokrasi ya da neolibarel bir demokrasi ile karşı karşıyayız ki bu durumda demokratik muhayyile doğru ile yanlış, haram ile helal, adalet ile zulüm arasında fazla bir fark görmemektedir. Çünkü klasik yunanda demokrasi “eşitlik” gibi bir kaygı taşıyordu. İyi kötü bu da yetiyordu… Her ne kadar da bugüne kadar kaldıramadıysa da eşitsizliği kaldırmak istiyordu. Batıda ulus devlet ortaya çıkınca toplumu idare etmek gibi bir mesele de ortaya çıkmıştır. Demokrasi de zaten bunun için benimsenmiştir. Fakat demokrasi öncesinde batılı insanın gideceği yer yoktu. Nereye gidecek feodaliteye mi, orta çağın engizisyonuna mı? Bunun için elbette ki batılı insan için demokrasi bir kurtuluştur. Fakat demokrasinin temel kabullerine baktığımızda onu bir Müslümanın kabul etmesi mümkün değildir. Demokrasinin ontolojik kabullerini İslam kabul edemez. Demokrasinin ontolojik kabulleri nedir sorusu ise başka bir tartışmanın konusudur…

Dünün demokrasisiyle bugünün demokrasisi arasında ne fark var?

Günümüzün postmodern demokrasisi klasik demokrasiye göre daha esnek. Çünkü doğruları yok… Günümüzün neoliberal demokrasisi hiçbir doğrunun olamayacağını savunuyor. Hâlbuki dünün demokrasisi pozitivizmin doğrusunu savunuyordu. Klasik demokrasi kendisini pozitivist gerçeklik üzerine kurmuştu. Oysa günümüzün postmodern demokrasisi kendisini izafiyet üzerine kurmuştur. Öyle olunca da Müslümana da “gel” diyebiliyor… Şimdi klasik demokrasiden bir dönüşüm yaşıyoruz. Kendisini izafilik üzerine kuran ve herkesin doğrusunu reddetmeyen bir demokrasiye doğru…

Demokrat mücahit olur mu? Bu ikisi yan yana gelebilir mi?

Olamaz kanaatini taşıyorum. Demokrat olmak başka bir özneyi ifade eder. Kendini aklıyla kuran, aklın kuralları ile kendini tanımlayan bir öznedir demokrat insan… Oysa mücahit kendisini vahyin kuralları içinde kuran, vahye hizmet etmek için kendini kimliklendiren bir insandır. Bu ikisinin kabulleri farklıdır. Mücahit kavramı da dönüştürülmeye başlanılmıştır. Mücahit artık İslam’a hizmet etmekten çok, bir konuda başarılı insan ya da bir yerden ihale alan insan olmaya başladı. Yani öyle algılanır hale geldi. Dolayısıyla ölçüyü kaçırdı. İyilik ve kötülük veya dine hizmet etme anlayışının yerini başarı ve başarısızlık kavramları aldı. Günümüzün mücahidinin kendini değerlendirme ölçütü bu başarı ve başarısızlık kavramları üzerindedir. Bu çok tipik bir şekilde Japonların samuray kültürünün dönüşmesine benziyor. Onların samurayları kapitalizmin samuraylarına dönüştü. Bizim de mücahitlerimiz yeni neolibaral demokrasinin mücahitlerine dönüşmeye başladı.

Demokrasiyi benimsememek ile kayığı akıntıya ters sürmek arasında bir benzerlik var mı? Bunun için sahabe kadar güçlü olmak gerekmez mi?

Bunu reddetmek için elbette ki bir iman gücü gerekir. Ama tersine kürek çektiğimizi kabul etmiyorum. Çünkü toplumlar ille de Batının önerdiği bir yönetim biçimiyle kendilerini yönetmek zorunda değillerdir. Ondan daha mükemmel bir şey bulabilirler. Demokratik muhayyilesi olan bir insan açısından düşünülürse o bizim kayığı tersine sürdüğümüzü düşünebilir ama benim açımdan böyle değerlendirilemez. Müslümanın kendisini yönetmesi konusunda kat etmesi gereken bir yoldur bu… Bu yoldan gitmesi de normaldir, kayığı tersine sürmek değildir. Birisi bu çabayı kayığı tersine sürmek olarak algılıyorsa bu da benim umurumda değildir. Benim benimsediğim yönetme biçimi benim değerlerime, benim ilkelerime, benim ideallerime uygun olmak zorundadır. Bu yönetim biçimi demokrasilerde “eşitlik” üzere kurulmuştur ve rasyonalist bir hüviyet taşır. Benim benimsediğim yönetim biçimi ise “adalet” üzere kurulmuştur, adaletin peşinde koşmak ve adaleti tesis etmek amacına hizmet eder. Bu ikisi arasında mahiyet itibariyle çok fark vardır.

Demokrasi ithal edenler bir yönetim biçimi mi yoksa topyekûn bir kültür mü ihraç ediyorlar?

Keşke demokrasi sadece bir yönetim biçimi olsaydı. Onun ontolojik kabullerine baktığımızda onun bir yönetim biçiminden öte bir yaşam tarzı, dünya görüşü ve varlık âlemini değerlendirme biçimi olduğunu görüyoruz.  Ve demokrasi bütün bunlar çerçevesinde bir muhayyile oluşturmaktadır. Bizim itirazımız da bunadır. Mesele oy vererek birilerini seçmek olsaydı, bunu kabul ederdik. Ama klasik İslamcıların yaptığı gibi bunu demokrasiye indirgeyemeyiz. Şûra’yı demokrasiye indirgemek Müslümanlık için bir intihardır. Çünkü o başka bir yapının yönetim biçimidir.

Zihinlerde bütün güzel anlamları demokrasiye yüklememizin sosyolojik ve psikolojik arka planında ne gibi hastalıklar yatmaktadır?

Bunu iki şekilde açıklamak lazım… Bir: Geçmişimizde faşist, askeri feodalitenin hüküm sürdüğü bir yönetim karşısında bir özgürlük alanı bulabileceğimiz umuduyla demokrasiye sarıldık. Ona olan sempatimizin fazla olmasının sebebi budur. Batıda ise bu son dönemde yaşanan faşizme ve sosyalizmin getirdiği baskıya karşı demokrasi öne çıkmıştır. Fakat bu yeni postmodern demokrasinin klasik demokrasiden farklı olduğunu ortaya koymak gerekir. Bunu Müslümanların tahlil etmesi gerekir. Günümüzün demokrasisi bütün insanların en başta Müslümanların toplumsal değerlerini çözüyor. Tehdit eden tehlikeli tarafı budur günümüz demokrasisinin.

Sekülerizmi yerden yere vuranların demokrasi ve laikliğe göz kırpmaları çelişkili bir yaklaşım değil mi? Sonuçta laiklik de demokrasi de aydınlanma felsefesinin ambalajladığı ürünler değil mi?

Kesinlikle öyledir. Hiçbunları birbirinden ayırmaya kalkmayalım…Sekülerizmlelibaralizmindoğumu aynı rahimdedir. Laiklik de öyledir, ama ben sekülerizmle laikliği birbirinden çok fazla ayırmıyorum. Yine de üzerinde konuşabileceğim bazı farklar var tabi… Mesela sekülerliklaiklikten çok daha tehdit edicidir. Çünkü zihinleri işgal etmiştir. Dolayısıyla bütün bunları birbirinden ayrıştıramazsınız. Bunu ayrı düşünmek Müslüman entelektüellerin ciddi bir problemidir. Ama ben Müslüman entelektüellerin çok başarılı olduklarını düşünmüyorum son dönemdekilerin bilhassa- onların zihinsel yetersizliği ile ilgili bir şeydir, tembelliği ile ilgilidir…1982 yılında papazlar bir toplantı yapıyor; sordukları soru şu: “Sekülerlik bütün insanlığı ve tabiatı yok ediyor. Bu modern uygarlığı sekülerlikten nasıl ayıklayabiliriz?” Bu ilginç bir sorudur. Ama Müslümanların aklına böyle bir soru gelmiyor nedense? Müslüman zihin özellikle 60’lardan itibaren çok kopyacı bir zihin oldu. Batıda gördüğünü kendisine kopyalıyor. Bu bir kişiliğin inşasına işaret etmiyor. Tam tersine ezilmiş parçalanmış ve aşınmakta olan bir kişiliğin kötü kopyası olarak önümüze geliyor.

Demokrasinin arzuların tatminini güvenceye alması ne demektir?

Tam da günümüzün liberal demokrasisinin bize yapmak istediği şeyi söylüyorsunuz. Günümüzün demokratik toplumunda siyaset toplumun arzularının karşılanması üzerine kurulmuştur. Herhangi bir sınıfın çıkarı üzerine değil, herhangi bir sınıfsal kavgada arabulucu olması üzere değil. Klasik demokrasi bu özellikleri taşıyordu. Ama yeni demokrasi değişirken siyaset de değişiyor. Günümüzde 3 şeyin mantığı değişmiştir. Birincisi iktisadın üretim mantığı değişiyor. İkincisi siyasetin mantığı değişiyor. Üçüncüsü de toplumun işleyişinin mantığı değişiyor. Demokrasinin mantığı değişirken klasik demokrasinin anlayışını terk ediyor. Postmodern toplum kendini “haz” temelinde inşa ediyor. İster zengin olsun ister fakir, önceliği o olmuş… Şimdi bu haz isteğini hangi siyaset türü karşılıyorsa o siyaset türü öne geçiyor.

Demokrasinin evrensel bir değer olduğu iddiasına ne diyorsunuz?

İlk önce şu “evrensellik” kavramını bir masaya yatıralım. Bu kavram Batılı hegemonyanın bir dayatmasıdır. Diyor ki; “bu evrensel bir doğrudur, bunu kabul et!” Bu sözü Müslümanlar da çok sık kullanıyorlar… İnsanlığın ortak değeri diye bir şey yoktur… Peygamberlerin getirdiği ve insanlığın paylaştığı ortak değerler vardır. İnsan kendi başına değer üretmez. Bunu kabul etmiyorum. İnsanlığın ortak değerleri varmış, medeniyeti onun üzerine kuracaklarmış… İnsanlığın ortak değeri olmaz. İnsan kendi tecrübesinden başkalarının da kabul edeceği bir değer üretemez. Değer üretmek sıradan bir iş değildir. Neyi referans alarak değer ürettiğiniz çok önemlidir. Biz ortak değer taşırız, doğrudur. Çünkü o ortak değerin kökeninde peygamberler vardır. Her bölgeden, her yerden peygamberler geçtiler bunun için de Eskimo ile benim aramda ortak değer görülür. İnsanoğlu kendi tecrübesiyle değer üretmeye yeltenebilir. Yani bu cüreti gösterebilir. Ama neyi referans alarak üretecek?

Eski âlimlerin demokrasiye mesafeli durmalarının nedeni nedir?

Eski âlimler demokrasiyi çok tanıdıklarından değil Allah’ın onlara verdiği ferasetle bu işlere karşı çıktılar… Bir de onların zihinleri kirlenmemişti. Aldıkları eğitim usulü bu kirlenmenin önüne geçiyordu. Birzihnin kirlenmemesi için geçmiş/klasik dönemdeki gibi dört beş yaşında Kur’an’la ve sünnetle tanışması gerekir. Eski âlimler de bu şekilde yetiştikleri için feraset sahibi idiler.

httpsss://www.burhandergisi.com/roportaj/987-abdurrahman-arslan-demokrasi-elbisesi-muesluemana-uymaz.html

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir