Alim, Hakkın Yanında Olandır
Türkiyeli kimi Müslümanların sorumsuzluğu öyle bir noktaya varmış ki, akıl ve mantıkla izahı mümkün değil. Devletin, yani Resmi ideolojinin İslam’ı ve Müslümanları tasfiye etmek amacıyla ürettiği kimi tezleri bizzat Müslümanlar, hem de Dinî gerekçelere dayandırarak savunuyorlar. Bunların başında İslam Dünyasının parçalanmasına yol açan milliyetçiliği meşrulaştıran politika ve uygulamalar bulunmaktadır. Yaşayan ve büyük bedellere mal olan Kürt Meselesi bu konuyu anlamaya fazlasıyla yeter bir örnektir. Bu akıl tutulması o kadar ileri gitmiş ki; Kürt Müslümanların önemli bir kısmı da Devletin bu tezlerine arka çıkmakta sakınca görmüyorlar. Yapılanların İslam’a göre hangi anlama geldiğinden çok Devletin nasıl baktığını önemli sayıyorlar. Devlete göre olanın Dine uygunluğunu kanıtlamak için her türlü mantık oyununa başvuruyorlar. Esası gözden kaçırmak için ayrıntıyı öne çıkarıyorlar. Bilinçaltına büyük bir aşkla yerleştirdikleri ‘Kutsal Devlet’ fikrini zihinlerinden bir türlü silemiyorlar. Bir de buna, kişisel dindarlıkları ve İslami kesimden geldiği bilinen kişilerin ağırlıklı olduğu iktidar eklenince dokunulmazlık zirve yapıyor.
Aşağılık duygusu, mağlubiyet psikolojisi, savrulma, kayma, şaşkınlık ve katiline aşık olma sendromu yaşıyor günümüz Müslümanları.
Aslında burası sözün bittiği, anlamını kaybettiği bir nokta. Yapılan ve süren bunca haksızlık, zulüm, baskı, işkence, şiddet, ölüm, katliam, talan ve peşkeşe rağmen duyarsızlık, sorumsuzluk ve gaflet bu denli tavan yapıyorsa konuşmak, yazmak, anlatmak boşuna sanki. Zira gözlerimizin önünde işlenmiş cinayetlerin anlatamadığını hiçbir söz ifade edemez. Hiçbir söz; İskilipli Atıf Hoca’ya, Şeyh Said’e, Seyyid Rıza’ya, Bediüzzaman’a ve sayısız Müslüman’a, Hıristiyan’a, Alevi’ye, Kürt’e, solcuya, sağcıya yapılandan daha etkili olamaz. Ahıra çevrilen camiden, başörtüsü için aşağılanan kadından, anadilinden dolayı hakarete uğrayan Kürt’ten, kardeş katline itilen Türk’ten, düşüncelerinden dolayı ömrünü hapiste geçirenden daha fazlasını hissettirecek bir dil yoktur. Bir hiç uğruna; fakirin, yoksulun, dar gelirlinin boğazından kısılan milyarlarca dolarla dağların bombalanmasının yol açtığı talandan daha fazlasını hangi söz gözümüze sokabilir.
Hiçbir vicdan sahibi insan ve hiçbir Müslüman bu ve benzeri uygulamaları savunamaz, arka çıkamaz, bunları yapanların yanında yer alamaz. İma yollu ve arkadan dolanarak da olsa; buna sebebiyet veren felsefeyi, sistemi, mekanizmayı, uygulayıcıları, teşvikçileri, tahrikçileri, işbirlikçileri masum ve meşru göstermeye yönelik girişimlerde bulunamaz. Çünkü buna yeltenmek cinayetlere ortak olmaktır. Din adına gerekçe üretmek ise, bizzat Din’e iftiradır.
Duygusallık ve hayalcilikten arınarak doğru analizler yapabilmek için, bilgiye dayalı olarak bir kez daha şu tespitleri ortaya koymak zorundayız:
Lozan’da esasları belirlenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Dinî esaslara dayalı Osmanlı Devletini tasfiye etmiştir. Batıdaki benzerleri gibi temel karakteri Dindışılık ve Ulusçuluk olan bir Ulus Devlettir. Din’in toplum hayatından sökülüp atılmasını gerekli görür. Bunun için Dinî niteliğe sahip bütün kurum, kuruluş, yasa ve düzenlemelere son vermiştir. Onların yerine modern dünyanın tercihlerini geçirmiştir. Tek tip vatandaş üretmek için farklı din, inanç, kültür ve etnik yapıları asimile etmek en önemli hedeflerindendir. Oluşturulan Resmi İdeoloji pozitivizmden beslenen Türk Milliyetçiliğini esas alır.
Demokratik eğilimler sayesinde kişisel yaşantılarında Din’i önceleyen insanların yönetimde söz sahibi olması ile bu öze yönelik temel sorunların çözülmesine imkan yoktur. Ancak çok sınırlı iyileştirmeler yapılabilir. Çünkü sistemler şahıslarla kaim değildir.
Hal böyleyken, Sezai Karakoç’un anlatımıyla: ‘Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz.’ Üstelik öğretmemekle kalmadınız. Nassların, farklı hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmayan açıklıkla ortaya koyduğu hükümleri görmezden geldiniz, insanlara anlatmadınız. Açık hükümler yerine konuyu bağlamından koparan ilgisiz fetvalara sığındınız. Müslümanların gasp edilmiş haklarını almak için önderlik etmeniz gerekirken, onları pasifizme itmek için Dinî yorumlar ürettiniz.
Hazreti Ali ve Evlatlarının başlattığı, Dört Mezhep İmamı ve aynı izi süren İlim erbabının hayatları pahasına yaşattığı ve günümüze kadar taşıdığı Peygamber mirasına sahip çıkmadınız. Oysa Kuran ‘Alimler Peygamberlerin Varisleridir’ diyor. İslam Devleti dahi olsa haksızlığa nasıl karşı çıkılacağını gösteren bu şahsiyetleri örnek almadınız. Bununla da kalmadınız! İslam Devletine başkaldırmayı meşru görmelerini, baskı ve zulümle ayakta duran küfür devletine karşı tanımadınız. Bedel ödemekten, risk almaktan kaçınmayı öğütlerken, rahatı hayatın ve Din’in amacı haline getirdiniz.
Şunu çok iyi bilmeniz gerekir ki; ‘Adalet ölçüsünü gözeten’ olmadığınızda Kitap ve Peygamber tarafından ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’, ‘İlmiyle amel etmeyen şiddetli azaba uğrayacaktır’, ‘Kitap yüklü merkepler’, ‘Cahil’, ‘Zanna tabi olanlar’, ‘Tahrif edenler’, ‘Dili eğip bükenler’ olarak nitelenenlerden olursunuz.
17.05.2012