Kuran; dindışı düşüncenin aksine, aklı araç sayar ve yaratıcının vahiyle belirlediği çerçeveye bağlı hareket etmesi gerektiğini bildirir. İlk bakışta; insanın tüm sorunlarını çözecek kapasiteye sahipmiş gibi görünmesine rağmen, aklın, birçok konuda zaaf içinde olduğu gerçeğini göz ardı etmez.
İnsanın bütün melekeleri gibi akıl da sınırlıdır. Görmek, duymak, dokunmak, her biri insanın sahip olduğu olağanüstü ve mucizevi birer özelliktir. Ama belli bir mesafenin ötesini görememek, uzaktaki sesleri duyamamak, gördüğü birçok şeye dokunamamak ise, sınırlı ve yetersiz olduklarının göstergeleridir. İnsanın her alandaki mucizevi ama sınırlı melekelerinin en önemlisinin akıl olduğuna kuşku yoktur. Ancak duyular gibi o da belli bir gücün ötesine sahip değildir. Aklı temel alan bilim ve felsefede kesin doğru olduğu iddia edilen kimi konuların daha sonra yanlışlandığı ile ilgili çok sayıda örnek aklın sınırlı ve yetersiz olmasındandır.
Akıl pek çok dış faktörden, özellikle hayal, öfke, arzu, kin, sevgi gibi duyguların etkilerinden bağımsız olmadığından kararlarını onların etkisi altında oluşturur. Ayrıca, insanın gerçek hayatta gözlemlenen ve Kur’an tarafından da vurgulanan şu olumsuz özellikleri aklın yanılmasında etkilidirler: “Azgın, nankör, inkârcı, iyiyi de kötüyü de isteyen, aceleci, cimri, alıngan, kavgacı, bozguncu, cahil, zalim, kan dökücü, unutkan, hırslı/açgözlü, bencil, sözünde durmayan, arzularına esir olan, böbürlenen, kibirli, şımarık, emanete ihanet eden, gafil, müsrif, kaba, katı kalpli, kıskanç, haset, hak yiyen, hileci, ikiyüzlü, mal ve güce düşkün, yalancı, başa kakan, zorba!”
Zulüm, çıkara düşkünlük, önyargılar, saplantılar, hırslar ve bilgi eksikliği; şöhret, mevkî ve makam düşkünlüğü, çok başarılı ve uzman olanların bile zaman zaman yanlış yapması da benzer etkiler üretmektedir. Bunların yanında; “seni sapmış bir halde bulup da, sonra doğru yola iletmedi mi?”1 diyerek yüksek kavrayış özelliğine (fetanet) sahip olmasına rağmen Peygamberin bile aklının yetersiz kaldığı Kur’an tarafından ifade edilmektedir. Geçen yüzyılda; aklın en büyük eseri, geçerli ve gerekli olduğuna şüphe duyulmayan sanayileşme, günümüzde ortaya çıkan zararları nedeniyle giderek istenmezler arasında yer almaktadır. Klasik fiziğin sarsılmaz olduğuna inanılan kanunları yerini, Kuantum fiziği ile belirsizliğe bıraktı. Kültür ve uygarlıkların “doğrusal ilerleme” ile hayat bulduğu tezi yanlışlanıp “döngüsel tarih” anlayışının doğruluğu kabul görünce, aklın mutlak doğru kabul ettiği evrimin de gerçeği ifade etmediği anlaşılır oldu. Bağlantılı olarak, sosyoloji başta olmak üzere modern bilimlerin “ilkel insan” ve benzeri yorumlarının yanlışlanması da aklın yanılgısının örnekleri oldu.
Öte yandan; Fizikötesi, Din, Ahlak, Ruh, Doğum, Ölüm gibi konularda yetersizliği nedeniyle yorumsuz kalan aklın her konuda yeterli olduğu iddiasının havada kalmasına neden oldu.
Akıl ve vahiy; birbirini besleyip güçlendirdiği takdirde insanlığa yol gösteren iki vazgeçilmez yol göstericidir. Peygamberlerin bu iki rehbere sıkı bağlılıkları insanlığın ancak bu sayede doğru yolu bulabileceğini işaret etmektedir. Nitekim akıl aracılığıyla vahye muhatap olup onu anlamaya, anlatmaya ve uygulamaya çalışan Müslümanlar, vahiyle bildirilmeyen konularda akla başvurmakta tereddüt etmemişlerdir. İhtiyaç duyulan konularda akıl yürütmeye (içtihad) büyük önem vermişlerdir. Üst kategori olarak değerlendirdikleri ortak aklı (icma), sorunları çözen geçerli ve bağlayıcı bir yöntem olarak kurumlaştırmışlardır.
Ancak akıl ile akılcılık arasındaki fark dikkate alınması ve atlanmaması gereken önemli bir sorundur. Zira akılcılık (rasyonalizm), vahyi reddetmek üzere seküler bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Akıl sahiplerini muhatap almasına, aklını kullanmayanları yaratıkların en kötüsü olarak nitelemesine bakmaksızın vahyi reddetmiştir. Seküler düşünceyi sistematik bütünlüğe kavuşturan başlıca temel kavramlar olan hümanizm, pozitivizm ve materyalizme akılcılık işlerlik kazandırmıştır.
En genel haliyle, seküler yaşama felsefesi, doğru ve gereği gibi işletildiğinde hayata yön veren yegâne aracın akıl olduğunu kabul etmektedir.2 Sınırlı, yetersiz ve arzuların şekillendirdiği, sorunlarla malul olan akla ve işlerlik kazandırdığı kavramlara bu misyonun yüklenmesi, tanık olduğumuz üzere günümüz dünyasını adaletsizlik ve zulüm altında inleyen bir cehenneme çevirmiştir. Demek oluyor ki; başta akıl olmak kaydıyla seküler düşüncenin egemen hale gelmesini sağlayan sözkonusu kurucu kavramlar, sanılanın aksine, doğrulara değil gücün egemenliğine hizmet etmiştir.
Vahiyle denetlenip şekillenmediğinde; yetersiz ve sınırlı olan aklın, gücü yücelterek zulüm ve sömürü aracı haline geldiğini gösteren yaşanmış çok sayıda örnek bulunmaktadır. Sömürgecilik, Emperyalizm ve Küreselleşme bu aklın tarihi seyrini yansıtan mekanizmalar olarak tanımlanabilir. Daha dikkate değer olanı ise; Müslüman olarak bilinen ama hırslarını vahyin önüne geçirenlerin de çok sayıda benzer örneğe, çağlar boyunca yer vermiş olmalarıdır.
Sözün özü; aklını yegâne referans sayanlar ile aklını kullanmayanlar yaratıkların en kötüsü olarak hesap vereceklerdir.
Mehmet Alkış’ın tüm yazıları