28 Şubatın Kodu: Lozan

Yeni Tarih Döneminde Dindışı/Seküler paradigma, yeryüzü egemenliği için çizdiği sınırlara dahil etmek istediği İslam Dünyası ile de ilgili birçok mekanizma ve operasyon geliştirdi. Müslümanlar, kendilerine yönelik bu müdahalelere karşı, tedbir almayarak yeterli tepki göstermeyerek veya sessiz kalarak hem destekçi hem de suç ortağı olmuşlardır.

 

Bu çerçeveden bakıldığında; İslam Dünyasını kontrol altına almak için hayli zamandan beri yürütülen strateji, Osmanlı bakiyesi topraklarda bir Ulus Devlet kurulması ile operasyonel bir nitelik kazanmıştır. Sözü edilen bu operasyon, İttihatçı gelenekten beslenen yeni kadronun gerçekleştirdiği İLK DARBEDİR. Yeni Devlet/Ulus Devlet/Milli Devlet/Cumhuriyet darbeyle kurulmuştur. Türkiye’de belli aralıklarla neden darbe yapıldığını anlamanın ilk şartı, belki de bu kurucu darbenin önemini kavramakla mümkün olur. Bu darbe anlaşılmadan diğerlerinin anlaşılması mümkün değildir.

 

Bu ilk ve kurucu darbe nasıl gerçekleştirildi?

 

*Mustafa Kemal ve önderlik ettiği kadro, ‘Müslüman Ahali’nin uğruna savaştığı ‘Hilafet, Saltanat ve Vatanın kurtarılması ve Şer’i Ahkâmın Uygulanması’ndan ibaret olan gayelerine inanmıyorlardı. Bunlar sadece savaşın kazanılması için, toplumun motivasyonunu sağlamış, kullanılmış ve artık bir değeri kalmamış hedefler olarak geride kalmalıydı.

 

Zaten işgalci ve düşman da olsa Batı, barış görüşmelerinde, Modern dünya ile bütünleşmiş bir Türkiye istiyordu. Ülkede yeni bir düzene geçilmeliydi. Eski köhne düzen bütün kurum ve kuruluşlarıyla ortadan kaldırılmalıydı. Batılı örneklerine uygun; aynı felsefi, sosyal, hukuki, ekonomik esaslara bağlı Modern bir Ulus Devlet kurulmalıydı. Din ve Devlet ilişkileri, Din’in toplumsal gücünü etkisiz kılacak şekilde yeniden düzenlenmeliydi. Bir süreden beri Batı kültür ve uygarlığına duyulan hayranlık, artık bir üyesi olarak bütünleşmeye dönüştürülmeliydi.  ‘Muasır Medeniyet Seviyesine Ulaşmak’ bunu gerektiriyordu.

 

Savaşta düşman, ama barış görüşmelerinde birdenbire bir dost sıcaklığıyla geleceğimizi düşünen Batılı ülkeler de, bu yeni düzenin kurulmasını, vazgeçilmez bir şart olarak ileri sürüyorlardı. Gücü elinde bulunduran önder kadro, ufukta gözüken bu düzeni her bakımdan kendi inanç ve çıkarlarına uygun görüyordu. Onlara göre, Din’e dayalı ve Halifenin temsil ettiği bir düzenin devam etmesi katlanılacak gibi değildi. Toplumun karanlıklar içinde kalmasını uzatmaktan başka bir işe yaramazdı.

 

Ancak ortada çok önemli bir engel vardı. Bu da savaşı yürüten ve Müslüman Ahalinin taleplerini göz ardı etmesi mümkün olmayan Birinci Meclis’ti. Zaten bu meclis, ilk tur Lozan Barış Görüşmelerinde varılan sonuçları reddediyordu. Gerekirse yeniden savaşı göze alma iradesine sahip olduğunu ortaya koyuyordu.

 

Bunu aşmanın ve Lozan Görüşmelerinin barışla sonuçlanabilmesinin tek yolu, bir darbe ile Meclisin saf dışı bırakılmasıydı. Nitekim ilk darbe böyle gerçekleştirildi. Anayasaya göre nitelikli çoğunluk, yani üçte iki üye sayısıyla alınması gereken seçim kararı, alelacele geçekleştirilen bir tertiple, oldubittiye getirildi ve salt çoğunlukla karar alınarak 16 Nisan 1923’te Birinci Meclis feshedildi.

 

Adına Lozan Darbesi diyebileceğimiz bu eylemle, Batı’nın önerdiği Ulus Devlet için ilk adım atılmış oldu. Yeni kurulan İkinci Meclis ilk iş olarak 24 Temmuz 1923’te Lozan Barışını onayladı. Ardından29 Ekim 19923’te yine bir oldubittiyle 258 yerine 158 oyla ‘Cumhuriyetin İlanı’  kararı alındı.  3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı. 20 Nisan 1924’te Anayasası kabul edildi.

 

Görüldüğü gibi; savaşın üzerinden henüz bir yıl geçmeden, uğruna savaşılan amaçlar hiçe sayılarak Lozan’da belirlenen yeni devlet için gerekli olan kurucu ve köklü adımların tümü atılmış oldu.

 

Toplumun onayı ve desteği olmayan, topluma rağmen gerçekleştirilen bu büyük operasyonun kalıcı hale gelmesi ancak baskı ve dayatma ile mümkün olabilirdi. Toplumu dönüştürmeyi vazgeçilmez bir hedef haline getiren kadro, bütün zorluklarına rağmen, imkânsız gibi görünen yeni durumu sürdürmekte son derece kararlıydı. Bunun için bütün zecri tedbirler alındı ve yeni adıyla Devrim, meyvelerini almaya başladı

 

Türkiye’de yapılan bütün darbeler, Lozan Darbesi ile kurulan yeni devleti ve Devrimleri korumaya ve kollamaya yöneliktir. Değişmez şekilde Batı, beklentilerine uygun şekilde kurulan Devletin devamını sağlayan Türkiye‘deki bütün darbeleri desteklemiştir. Hatta destekle yetinmeyip bizzat tertipçisi olarak da içinde yer almıştır.

 

28 Şubat 1997 Darbesi; 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbeleri ve 27 Nisan 2007 gibi teşebbüs aşamasında kalmış bütün darbe girişimleri ile aynı gaye ve hedefleri paylaşan ve sonuçları itibariyle de benzer amaçlara hizmet etmiş tipik bir Türkiye Darbesi olarak yerini almıştır.

 

Bu darbeyle; İnanç ve düşüncelerini toplumsal bir hak olarak görünür kılmaya çalışan bir kesim, telafisi mümkün olmayan büyük mağduriyetler yaşamıştır. Maddi ve manevi birçok zarara uğramış, baskı ve işkence görmüştür. Siyasete müdahale edilmiş, sermaye ideolojik kalıplarla ayrıştırılmış, Din Eğitimi veren kurumlar tırpanlanmış, Sivil Toplum Kuruluşları kapatılarak üyeleri çeşitli şekillerde cezalandırılmış, kişiler fişlenerek ve baskı altına alınarak özel hayata müdahale edilmiştir. Silahlı Kuvvetler, Medya, Yargı ve diğer işbirlikçiler eliyle Ülke bir korku toplumuna dönüştürülmüş ve Devlet büyük bir operasyonla yeniden şekillendirilmiştir.

 

Sonuçları halen büyük ölçüde uygulamadadır ve failleri de suçlu muamelesi görmemektedir.

 

Anlaşılan o ki; normalleşmek için daha yapılacak daha çok iş var ve bunu yapacak mücadele adamlarına ihtiyaç var.

 

 

 

 

 

 

 

 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir