Ahlakın Gücü
Kuran’ın tanımıyla ilk insandan beri Din tektir ve adı İslam’dır. Diğer Din’ler Tevhidin, yani İslam’ın bozulmuş şekilleridir.
Bunların dışında kalan diğer düşünce sistemleri ise, benzer şekilde tek olan Dindışının farklı sürümleridir.
Bu çerçeveden baktığımızda, inananlar ve inanmayanlar olarak ayırabileceğimiz iki ana gurubun da ahlak konusu ile ilgili olduğunu görürüz. Yani, ahlak sadece Din’e ait bir konu değildir. Din’e inanmayanlar da hem bir ahlak yaklaşımına sahip hem de pekâlâ ahlaklı olabilirler. Buna karşılık, inanan birinin de ahlak dışı davranışlar içinde olması mümkündür.
İkisi arasındaki temel farkı şöyle ifade edebiliriz:
Uymadığı her ahlak dışı davranışın karşılığında bir yaptırım söz konusu olduğundan, İnananlar için ahlaki kurallara uymak zorunludur. Bunların bir kısmının adları ve karşılığı olan cezalar Din’in kaynakları tarafından sayılmıştır. Bir kısım cezalar ise, İslam’ın hükümlerinin uygulandığı bir toplumda yönetimin takdirine bırakılmıştır. Bu ikisinin dışında kalan ahlak dışı davranışlar, ölümden sonraki hayatta cezalandırılacaktır.
Bundan dolayı, inancına bağlı bir Müslüman’ın, belirlenmiş ahlakî esaslara uygun davranması isteğe bağlı değil, zorunludur.
Kendini Dindışı bir çerçevede konumlandıranlar ise; sadece kanunlar tarafından belirlenen sınırlı sayıdaki ahlaki davranışlara uymakla yükümlüdürler. Kanunun görmez tarafından işlediklerinin herhangi bir cezası söz konusu olmamaktadır. Ahlaka konu olan davranışlarının çoğunluğu zaten her hangi bir yaptırıma tabi değildir. Bu nedenle, ahlakî davranmak zorunlu değil, vicdanî ve isteğe bağlıdır.
Din’in uyulmasını zorunlu, Dindışının büyük oranda isteğe bağlı gördüğü ahlakın toplumsal hayata çok temel ve derin yansımaları olduğunda kuşku yoktur. Siyaset, ekonomi, kültür, eğitim, hukuk, insan ilişkileri ve diğer alanlar, her zaman bu iki ana ahlakî yaklaşıma paralel şekillenir. Onun için, toplumsal konuların sorun haline gelmesinin altında ahlaki gerekçelerin yattığını tespitini yapmak mümkündür.
Ahlaki ilkelere uyulmaması toplumsal sorunların ortaya çıkmasında, uyulması ise çözümünde belirleyici ve kalıcı bir etkiye sahiptir.
Din’in uyulmasını zorunlu saydığı şu ahlakî ilkeler, var olan tüm sorunların çözümünde görmezden gelinemeyecek öneme ve değere sahiptir:
“İnsanların canına, malına, iffetine, inancına, onuruna saldırmayın, saygılı olun. Aleyhinizde bile olsa adaletten şaşmayın. İyiliği emredin, kötülükten sakının ve karşı durun. Yoksula, güçsüze yardım edin. Bencillikten kaçının. Cömert olun, cimri olmayın. Sahip olduklarınızı paylaşın. İsraf etmeyin. Haddi aşmayın. Emaneti ehline verin. Hoşgörülü ve bağışlayıcı olun. Kendiniz için istediğinizi başkası için de isteyin. Çıkarcı olmayın. Zulmetmeyin. Merhametli olun. Dürüst olun. Yalan Söylemeyin. Sözünüzde durun. İkiyüzlülük yapmayın. İnsanlarla alay etmeyin. Kibirli olmayın. İnsanları çekiştirmeyin. Bozgunculuk yapmayın. Üstünlük taslamayın. Irkçılık yapmayın. Dünyanın geçici nimetleri sizi aldatmasın ve azdırmasın. Hevanızı ilahlaştırmayın.”
Ahlaki zaafların yoğun biçimde yaşandığı geçmiş toplumların varlığını sürdüremediği, dağıldığı, helak olduğu, hatta tamamen yok olduğu tarihin ve Kuran’ın bize aktardığı bilgilerdendir.
Toplum olarak içinde bulunduğumuz şu sorunların, ahlakî yozlaşmanın yol açtığı sonuçlar olduğunu görmezden gelemeyiz:
Irkçılık ve ayrımcılık; Gelir dağılımı başta olmak üzere ekonomik, sosyal ve siyasi adaletsizlik, yolsuzluk ve usulsüzlükler; Ailenin çözülmesine neden olan evlilik dışı ilişkiler ve cinsel sapmalar; Aşırı tüketim, israf, lüks düşkünlüğü ve ihtiyaç dışı harcamalar; Kapitalizm, pragmatizm ve Makyavelizm gibi sonucu meşruiyete ve adalete tercih etme; Alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı ve şiddete yöneliş; Ve diğerleri…
Dünyanın içine yuvarlandığı ve bizim de içinde yer aldığımız bu ahlakî erozyon, dışında kalamayacağımız insanlığı helake götürmesin! Buna tedbirimiz nedir?
10.01.13