Adaylık ahlakı incitiyor

Dostoyevski’nin “Eğer gerçekten Tanrı yoksa her şey mubahtır” sözü, seküler sistemin insanın iç dünyasını zenginleştiren ahlaki bir yapıya sahip olmasının mümkün olmadığı şeklinde formüle edilebilir. Demokrasi, seküler sistemin ahlaka, erdeme en yakın duran yönetim biçimidir. Ama, bu yakınlık; bir kişi veya zümrenin hüküm sürdüğü totaliter rejimlere oranlandığında kendini belli eder. Yoksa, içinde yeşerdiği ve beslendiği ortamın ürettiği teori, bir bütün olarak ahlaki değerleri bünyesinde taşımasına uygun değildir. Bu, seküler düşüncenin öngörüsüne, ruhuna, manasına ve yapısına uygun değildir. Ancak, aklın öncülüğünde şekillenen toplumsal düzeni sürdürmek amacıyla herkesin ortak çıkarına uygun birtakım kuralların varlığı, bir bütün olarak ahlakı karşılamayacağından seküler karakterin yol açtığı derin yozlaşmayı görmemizi engellememelidir. Bu anlamda, yeryüzünde yaşayan çeşitli toplumların maddi ve beşeri varlığı ve birikimini, kendi toplumlarının refahı ve tatmininin aracı olarak kullanması, şiddeti yegane çözüm aracı haline getiren, çağımızın demokrasiyi yönetim biçimi olarak sürdüren seküler sisteminin insanlığı sürüklediği çıkmaz ve sefalet, yaşayan bir gerçek olarak her şeyi anlatmaya yeter de artar. Dini düşüncenin sağladığı geniş ahlaki imkanlar ile, aklı rehber edinen seküler düşüncenin ortak çıkar kurallarından birini seçmemiş, geleneksel olanla modernlik arasında gel-gitler yaşayan bizim gibi toplumların hali ise, büsbütün bir ahlak ve kural manzumesinden uzaklaşmış bulunmaktadır. Bu toplumlardaki ahlaki çöküş, hem derin, hem de açıklanması güç özelliklere sahiptir. Bireyin ve toplumun belli bir olgunluğa erişmesi ve değişim dinamiklerine uygun toplumsal kodların gelişmesini gerektiren demokrasinin uygulanması, pek çok konuda olduğu gibi, ahlaki olarak da sancılı olmaktadır. Demokrasinin zaafları, böylesi toplumlarda daha fazla öne çıkmaktadır.

İşte, tam da bu nedenle, farklı inanç, kültür ve medeniyet kodlarına sahip Batı toplumları ile Müslüman toplumlarda demokrasinin uygulanabilmesi farklı açılımlar gerektirir. Müslüman toplumlarda seküler ortak çıkar kuralları yerine, Din’e (İslam) dayalı ahlaki temellerin esas alınması bu toplumlarda demokrasinin etkili bir yönetim biçimi olmasını sağlayabilir. Dinin, yönetim şeklinden çok, yönetimin ‘adalet’i sağlamasını amaçlayan beklentisi, böylece gerçekleşmiş olur. Aksi halde, derinleşmekte olan ahlaki kriz ve bunun yol açtığı yozlaşma ve kirlilik, toplumu farklı arayışlara itebilir.

Bu bağlamda, siyasette ehliyet ve kalitenin bir türlü sağlanamamasına yol açan sebepleri bulup ortadan kaldırmak ve sözü edilen tarzda ahlaki esaslara bağlı, sayısal çoğunluk yerine nitelikli çoğunluğun belirleyici olduğu, kültür kodlarımızla uyumlu, kişi ve zümre tahakkümünü bertaraf etme yeteneği taşıyan demokratik bir mekanizma oluşturmak gerekir. Bu çaba, aynı zamanda demokrasinin zaaflarını ortadan kaldırarak, İslamın öngörüsünün özünü oluşturan adaletin uygulama alanına girmesini sağlayabilir. Siyaset teorisi ile siyasi kadroların oluşumu, siyasetin kalitesine, sorun çözme yeteneğinin geliştirilmesine doğrudan etki eden iki ana temadır. İlk örneğimizi kadroların ortaya çıkmasını sağlayan, kısaca adaylık diye ifade edeceğimiz aday adaylığı olarak belirleyelim.

Baştan beri anlattığımız açıdan bakıldığında; adaylık konusunun ahlaki sorunlara yol açtığı ve dolaylı olarak kirliliği ve yozlaşmayı beslediği görülecektir. Ehliyet ve kalitenin gerçekleşmesi de bu nedenle mümkün olmaktan çıkmaktadır.

Aday olmak isteyen kişinin yaptığı veya yapmak zorunda kaldıkları: Subjektif bir kararla, kişi kendisinin yeterli olduğuna karara verir. Kendisinden daha yeterli olanların önünü kesme çabasına girer, onlar hakkında olumsuzluklar üretir. Kendisini kabul ettirmek için sözsahibi-oysahibi kişilerin beğenisine sunar, onların eğilimleri ve öngörülerine ters düşmeyecek bir görüntü çizmek için kişiliğini gizleme ihtiyacı duyar. Farklı eğilim sahipleri yanında farklı görüntüler çizer.

İşe hazırlıklı olduğunu kanıtlamak amacıyla, hayali, gerçekleştirilemez, ayaküstü hatırlanmış sözde projeler üretir, tutamayacağı sözler verir. Siyaseti çıkar için yapanların bu yöndeki taleplerini reddetmekte tereddüde düşer. Bazen reddeder, bazen de kabul etmek zorunda kalır. Bazen de bu talepleri yerine getirmemek için erteleme manevrasına başvurur. Karşı taraf bunu hissedince, zor durumda kaldığından ya taviz verir veya çatışmaya girer.

Propaganda gücünü elinde tutanlarla ilişki geliştirme ihtiyacı içine girince, onlara mahkum olur ve gayrimeşru taleplerine cevap vermek zorunda kalır.

Kendini beğenme ve yüceltme, başkalarını küçümseme ve yerme pozisyonu alır. Hızını alamayınca yalan, iftira, dedikodu, tehdit, şantaj, komplo dahil pek çok yola baş vurur.

Riyakarlık, yaltaklanma, yaranma ve takdir ifadelerini söz ve oy sahiplerine rüşvet-i kelam olarak kullanır. Para ve maddi gücün büyüleyici, ayartıcı gücünü kullanarak sonuç almaya çalışır. Değerler ve kişilik, karar sürecinde etkili olanların farklı eğilimlerine göre renkten renge girer. Kendisini uygun görmeyenlere karşı kin ve nefret duygularının yol açtığı gizli bir düşmanlık içine girer.

Hak gasbına uğradığını düşünmeye başlar. Ya içe kapanarak topluma yaralı olacağı alanda katılım ve verimini kaybeder. Daha yükseğine layık olduğunu düşündüğünden alt statüde yaralı olmayı içine sindiremez, atıl bir kapasite konumuna düşer. Ya da ihtirasları bilenmiş olarak, doğrusuna yanlışına bakmaksızın geçerli, kurallara daha çok sarılarak yeni bir denemeye başlar. Ehliyetsizlerin aday olması ve seçilmesi, yetersiz pek çok kişinin, ‘ben de bu işi yaparım’ diye düşünüp adaylığa soyunmasına ve şartları olumsuz yönde zorlamasına yol açar. Kısacası; sonuca götüren her şeyi ve her aracı meşru gören, çıkarcı-oportünist, kaba, seviyesiz, hilekar, bilgisiz insanların yapması muhtemel bütün yollara başvurmakta aday olmak için bir sakınca görmez.

Hafızalar yoklandığında, daha pek çok şeyin sıralanmasının mümkün ve konuya katkı ve zenginlik kazandıracağına kuşku yoktur. Öyleyse, konu tartışmaya açılmalı, belki de olumsuz örnekler yüzünden rafa kaldırılan ve hatta istihza konusu haline gelen “görev istenmez verilir” ilkesinin bu kez, olumlu örnekler üretecek şekilde hayata geçirilmesi ile ilgili öneriler geliştirilebilir.

Yayınlandığı tarih: Yeni Şafak 26 Temmuz 2003

Hits: 21

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir