Ahmet Altan ve Camiler

Ahmet Altan hak ve adalet arayan vicdanlı çıkışlarıyla çok kez gündem belirledi. Askeri vesayetin çökertilmesinde önemli rol oynadı. Normalleşme sürecine katkıda bulundu.

Başta Müslümanlar ve Kürtler olmak üzere ötekileştirilmiş kesimlerin haklarını savundu. Onlara sahip çıktı.

İyi işler yaptığı zaman iktidarı yere göğe sığdıramadı. Yanlış yaptığında yerden yere vurdu. Aynı şeyi Kürtler için de yaptı. Onları savunduğu gibi, yanlışlarını en ağır şekilde eleştirdi. Müslümanlar için de farklı davranmadı. Adaletli duruşlarına arka çıktı. Tarafgirliğe, bağnazlığa, istismara karşı çıktı. Problemin Din’den değil de uygulayıcı olarak Müslümanlardan kaynaklandığını dillendirmeyi de ihmal etmedi. Din’e mal edilen yanlışları tespit ettiğinde “hadi oradan, bunun dinle ve dürüstlükle ilgisi olmadığını biliyoruz” diyerek Din’in yanında yer aldı.

Sorunun Müslüman’ım diyenlerden kaynaklandığını biz de hep söylemiyor muyuz? Müslümanlar doğru dürüst İslam’ı yaşasalar, bütün insanlar onlara imrenir, birçoğu da Müslüman olur demiyor muyuz? Kuran şöyle hükümlerle dolu değil mi? iyinin yanında, kötünün karşısında ol. Kendin ve yakınlarının aleyhinde bile olsa adaletten şaşma. Haksızlık karşısında susma. Zulme karşı çık. Din’i istismar ve çıkar aracı yapma.

Peygamberin hayatı bu hükümlerin uygulamalarıyla yaşanmış bir model olarak karşımızda durmuyor mu? Bir Müslüman’ın söz konusu hükümlere uygun davranmaması günah, yani suç değil mi?

Bu doğru ve yerinde tespitleri bir Müslüman’ın, bir Dinsizin veya Ahmet Altan’ın yapması arasında sonuca etki edecek bir fark yoktur. Önemli olan kimin söylediği değil, sözün doğruluğu veya yanlışlığıdır. Peygamberin söylediğinin aynısını bir dinsiz tekrarlasa bu yanlıştır diyebilir miyiz? Kuran’ın dile getirdiği bir gerçeği; Budist, Hıristiyan, Yahudi, ateist veya deist biri ifade etse karşı çıkabilir miyiz? Elbette hayır!

Ahmet Altan dışarıdan biri olarak Müslümanları eleştiriyor diye bazıları öfkeleniyor. Aslında içeriden yapılan eleştirilere de aynı tepkiyi gösteriyorlar. Üzüm yemekse dertleri öfkeleneceklerine hataları ile yüzleşip kendilerini doğrultsunlar. Ahmet Altan’ı da başkalarını da haklı çıkaracak yanlışlar yapmasınlar. Olması gereken bu değil mi?

Din’in yasakladığı gurur, kibir, israf, lüks ve şatafattan uzak dursunlar. Hakikati çiğneyen güç ve saltanat heveslilerinin emrine girmesinler. Hakkı hukuku çiğnenen insanların yanında dursunlar. Dökülen kanların hesabını sorsunlar. Yozlaşmaya, kirliliğe, hırsızlığa, talana, vurguna karşı çıksınlar. Adaleti zedeleyenlerin yakasına yapışsınlar.

Huzur, tevazu, ünsiyet, sevgi, merhamet, şefkat ve adaleti ‘Camilerim’de arayanlara kapıları sonuna kadar açsınlar. Onları kovmasınlar, geri çevirmesinler, azarlamasınlar, engellemesinler.

Camiye sığınmak isteyene kapıları kapatmaya kimsenin hakkı da yok, yetkisi de. Tersine herkesi camiye çağırmak, kapıları ve gönülleri sonuna kadar açmak müminlerin yerine getirmeleri gereken başlıca görevdir.

Ahmet Altan mümince bir sahiplenmeyle Benim Camilerim’e sığınıyor. Ne güzel. ‘Son zamanlarda neredeyse her gün bana dinsizliği nasip ettiği için Allah’a şükrediyorum.’ Diyor. Dinsiz ama Allah’a şükrediyor. Allah’a şükreden biri dinsiz olabilir mi? Garip! Bu çelişkiye rağmen şükretsin. Ne zararı var. Aynı Allah’a şükrediyoruz diye üzülmek değil,  sevinmek düşer bize.

Ya şu sözleri: ‘Ama ben bir gece yarısı, ışıklarının çoğu sönmüş, kandil misali iki üç lambası yanan bir caminin içinde bağdaş kurup oturarak kendi “hiçliğimle” karşılaşmayı, kendimden dahi vazgeçerek o caminin “sahibine” sığınmayı, ne kubbede, ne minberde, ne duvardaki hatlarda, ne kalın gövdeli sütunlarda aradığım “bir soluğu”, bir “sonsuzluğu”, gözlerimi diktiğim solgun bir halının şekillerinde görüp hissetmeyi, bunun hazzına bir anlığına da olsa varmayı, bir lahzalığına beni yaratana karışıp kaybolmayı seviyorsam, bunu bana çok mu göreceksiniz? ‘

Ne münasebet çok görmek. Kimin haddine. O; herkesin, tüm varlıkların, tüm âlemlerin rabbi. Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi, bağışlaması bol.

‘…ben camiye gittiğimde “her şeye razı olmak” için gidiyorum, teslim olmak için gidiyorum, tek bir anlığına bile olsa o sonsuzluğa karışabilmek, o sonsuzluğun kokusunu duyabilmek için gidiyorum.’

Müslüman olmak teslim olmaktır. Rabbi ona: ‘Teslim ol’ dediğinde (O:) ‘Alemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti.’(Kuran2/131). Ahmet Altan kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın bu sözler bir müminin ağzından süzülen kelimeler gibi.

Camileri ‘mülk’ edinmeye çalışanlara sitem ediyor. Haklı. Bunda gocunacak ne var. Din adına bunu yapanların haddi hesabı yok. Müslümanların içinde Din’i mülk edinenler, kişisel hesabına geçirenler az mı?

Ortaçağda Dini (Bütün ilahi dinlerin adı İslam’dır) ve Kiliseyi mülk edinenler, her şeyi sahiplenmediler mi? Yönetimi mutlak bir irade ile ellerinde tutmadılar mı? Her şeye, herkese hükmetmediler mi? Temellük ettikleri cennetten bile arsa satmadılar mı?

Din’in temellük edilmesine en çok sorumluluk sahibi Müslümanların karşı çıkması gerekir. Birileri bunu kendine dert ediniyor ve bize hatırlatıyorsa ona teşekkür ve dua borçluyuz.

09.08.12

 

 

 

 

 

 

 

 

Hits: 37

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir