Darbeleri planlayanlar ve uygulayanlar

Önce diğerleri gibi uğursuzluğu her halinden belli olan bir ortamda darbeler hakkında hatırlamamız gerekenleri sıralamaya çalışalım:

Darbeler tarihine bakıldığında fark edilen ilk şey; tüm darbelerin küresel sömürgeci güçler tarafından planlanmış olduğu, uygulamanın ise yerel güçler tarafından hayata geçirildiği hususudur. Karar alıp planlamayı yapanlar, perde gerisinde her türlü desteği verenler ortada görünmezler. Buna karşılık; hem kölelik psikolojisi içinde başkalarının çıkarlarına hizmet eden hem de halkına aynı kötü rolü layık gören yerel işbirlikçiler ortalığı inletirler. Başarısızlık durumunda planlamayı yapanlar bütün suçu onların üzerine atarak karşıt bir görüntü verirler. Başarı halinde ise, ülkenin tüm kaynaklarını kullanma imkânını ele geçirirler.

Darbeler; sömürgeci güçlerin çıkar ve egemenliğini pekiştirmek, işbirlikçilerin geçici heveslerini tatmin etmek için gerçekleştirilirken, ülkenin halkına tarifi bile imkânsız maddi ve manevi zararlar yaşatır. Afrika’da bir deri bir kemik kalmış kitleler ölümle pençeleşirken, birilerinin onların zenginlikleri ile refah içinde yaşadığını hatırlayalım.

Bir kaçı dışında darbelerin nerdeyse hepsi, sömürgelerin sözde siyasal bağımsızlık kazandığı yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinden günümüze kadar geçen zaman diliminde gerçekleşmiştir. Aslında söz konusu olan gerçek bir bağımsızlık değil, bu görüntü altında sömürgeciliğin farklı bir boyuta evirilmesidir.

Çeşitli ülkelerde yapılan yüzlerce darbe; amacı, biçimi, gerekçesi, planlayıcıları, uygulayıcıları, yararlananları, zarara uğrayanları bakımından aşağı yukarı birbirinin kopyasıdır. Oluşturulan darbe şablonu, küçük müdahalelerle tüm ülkelere uygulanmaktadır. Bu da küresel bir sömürü sisteminin ve küresel bir yönetimin iş başında olduğunun açık kanıtıdır.

En çok darbeye; doğrudan sömürge geçmişine sahip Afrika ülkelerinde; ikinci olarak ABD ve Batılı Devletlerin sömürgeleştirdiği Güney Amerika ülkelerinde; üçüncü olarak da Asya ve Ortadoğu’daki İslam Ülkelerinde rastlanmaktadır.

Bunların ortak özelliği tümünün sömürge, ya da emperyalizmin egemenliği altında olmasıdır.

“Gelişmiş ülkeler” ya da küresel emperyalist kategorisinde yer alan hiçbir ülkede darbeye rastlanmaması, suçluyu ele veren kanıt niteliktedir. Bu yönüyle üzerinde dikkatle durulmalıdır. Avrupa kıtasındaki birkaç darbe, bir tür sömürge olan Sosyalist Sovyet blokundan ayrılan Doğu Avrupa ülkelerinde meydana gelmiştir.

Batılı sömürgeci-emperyalist ülkelerden birinin arkasında durmadığı, desteklemediği, yönlendirmediği ve çıkar sağlamadığı bir darbe yoktur.

Dünyanın her yerindeki darbeler Batılı devletlerin himayesinde kurulmuş ve eğitilmiş ülkelerin silahlı kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Kullanılan silahlar darbeyi planlayan Batılı devletlerin patentine sahiptir.

Küresel egemenliği paylaşan güçler; her fırsatta bağlı olduklarını tekrarladıkları demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri bizzat çiğnedikleri gibi, darbecilerin çiğnenmesine de arka çıkmışlardır. Engellemek şöyle dursun yapılan hukuksuzlukları, katliamları ve şiddeti zevahiri kurtarmak için bile kınamaktan kaçınmışlardır. Dahası; son örneğini Mısır’da gördüğümüz gibi, darbe karşıtı güçlerin terörist olarak yaftalanmalarına, öldürülmelerine, işkence görmelerine destek vermişlerdir.

Neden darbeler sömürgelere mahsustur sorusunun cevabı şu olsa gerektir. Bu ülkeler, yüzyıllara yayılan toplumsal mutabakata dayalı ve doğal seyri içinde kurdukları düzenlerinden Batılı güçlerin dayatmalarıyla koparılmışlar ve yabancısı oldukları bir sisteme mahkûm edilmişlerdir. Böyle olduğu için yönetimlerin zor kullanarak sistemi uygulamaya kalkmaları toplumlarla yönetimler arasında bitmeyen uyumsuzluklara, çelişkilere ve çatışmalara yol açmıştır. Değerlerinden uzaklaşmış işbirlikçi yönetici elit, halkın çıkarlarının yerine emperyalistlerin taleplerini öncelediği için toplumsal bölünmelerin derinleşmesine neden olmuşlardır. Bu da her zaman darbeye uygun bir zemine kaynaklık etmiştir.

Türkiye’de de topluma rağmen Batılı güçlerin çıkar ve egemenliğine hizmet eden, tepeden inme ve dayatmayla kurulan Ulus Devlet sistemi toplumla yönetici elit arasında bitmeyen bir kavgayı canlı tutmuştur. Müslümanlar ve Kürtler başta olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin devasa sorunlarla karşı karşıya kalması sistemin yerleşmesini zorlaştırmıştır. Bu yüzden sistem sürekli darbelerle ayakta kalmanın yollarını aramıştır.

Türkiye’de darbe zemininin ortadan kalkmasının iki temel şartının birincisi, toplumla yönetim arasındaki uçurumun kapatılması; ikincisi de toplumsal kesimlerin hak ve taleplerinin karşılanmasıdır. Bu da ancak mutabakata dayalı bir toplumsal sözleşmeyle mümkün olabilir. Öyleyse Türkiye, en acil biçimde Kürt Meselesi başta olmak üzere sorunlara çözüm üretecek bir anlayışla hazırlanan anayasaya kavuşmak zorundadır.

 

 

 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir