Din’e Müdahale
Bu ülkede en yaygın kimliğe sahip Müslümanların temel sorunu hiç şüphesiz Din’e yapılan haksız ve yersiz müdahalelerdir. Büyük çoğunluğa ait olan bir mesele elbette tüm toplumun da öncelikli ve temel meselesidir. Öyleyse her kesimin Din’le ilgili sorunların çözümüne öncelik vermesi bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır. Bu sorunlar çözülmediği sürece toplumun sağlıklı bir doğrultu içine girmesi mümkün olmayacaktır.
Ulus Devletin Din konusunda attığı adımlar; çok büyük sorunlara, haksızlıklara, hukuk dışı uygulamalara yol açtı, büyük acılar ve mağduriyetler yaşattı. Baskı ve dayatmaların şiddeti, süreç içinde Müslümanların direncini kırdı ve çok ciddi savrulmalar geçirmeleri sonucunu doğurdu.(Savrulmanın Bu Kadarı, 21.09.12, Milat).
Bugün olmuş bu ağır travmanın etkisinden kurtulup bellerini doğrultabilmiş değiller. O kadar büyük bir operasyonla karşılaştılar ki; temel hak, talep ve ihtiyaçlarının neler olduğunu fark edemez hale geldiler.
Devlet, Din’le ilgili iki şey yaptı: Birincisi; Toplum ve Devlet hayatında Din’e ait ne varsa hepsinin varlığına son verdi. İkincisi; Devlete göre bir din inşa etti. Bunun için öncelikle Din’in içeriğine müdahale etti ve kendine göre tanımladı. Din’in bütünlüğünü bozarak ‘İnanç’ ve ‘İbadet’e indirgenmiş bir Din tasavvuru icat etti. Bu iki alanın denetimini de bir idari kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığına tevdi etti. Dindışına çıkan devlet; Din’in içini düzenleme hak ve yetkisini kendinde görerek, aslında mahreme tecavüz anlamına gelen bir eylemle, Din’i değiştirmeye kalktı. Müslümanların kendi Dinleriyle ilgili söz hakkını ellerinden aldı. Onları baskı ve şiddetle susturdu. Bu açık bir hak ihlalinin de ötesinde hak gaspıdır.
Din’in içeriği ve kapsamı ile ilgili bir tasarrufta bulunma hak ve yetkisi, Din’in kaynaklarından başkasına ait olamaz. Bu kaynaklar kendi hiyerarşisi içinde belirleyici bir konuma sahiptir ve hükümler, yorumlar bu referansların çizdiği çerçevede oluşur. Zira teori ve pratik, bütünün kopmaz parçalarıdır.
Devletin yaptıkları; kapitalizmi sosyalizmin kurallarıyla yönetmek, Budist tapınağının yönetimini bir Yahudi’ye teslim etmek, bir ateistin kitabına kutsal kitaptan metinler yerleştirmeye benzer.
Bunlar ne kadar abes ve haksız girişimler ise, Devletin Din’e müdahalesi de aynı anlamı taşır.
Kaldı ki Ulus Devlet, toplumsal bir meşruiyete dayanmadan bir oldubittiyle kurulmuştur. Toplumun onayını almamasından öte, topluma ve değerlerine rağmen seçkin bir elitin yaptığı darbeyle hayat bulmuştur. Baskı ve dayatmalarla, tepeden inme yöntemlerle kendini kabul ettirmiştir. Dahası; kurucu toplumsal iradenin ortaya koyduğu esasları, Anayasa ve yasaları yok saymıştır. Yüzyılların birikimi üzerinde yükselen ve ülkeyi işgalden kurtaran bu iradeyi bütün birikimiyle tarihe gömmüştür.
Olanlar oldu, dönüşü olmayan bir yola girildi ve telafisi imkânsız kayıplarla dolu bir yüzyıl geçirdik. Buna rağmen sürecin bittiğini ve toplumun özgür iradesiyle geleceğini belirleyecek bir noktaya ulaşabildiğini ifade etme imkânına sahip değiliz. Sadece araçların değişmesiyle oluşan bir serap görüyoruz. Aslında kuşatma devam ediyor. Bu kez kuşatmanın enstrümanları; hem içeride hem dışarıda Demokrasi, İnsan Hakları ve Özgürlükler oldu. Ancak amaçlar, hedefler ve sonuçlar değişmiyor. Adaletsizlik her tarafta kol geziyor.
Şimdi yönetimdeki Muhafazakâr iktidar ve ona bağlı çalışan Diyanet İşleri Başkanlığının yapmaları gereken; Din üzerinde tesis edilmiş bulunan Devletin egemenliğine son vermektir. En azından bunun için çabalamak olmalıdır. Din alanını tümüyle mensuplarına bırakırken İslam’ı da Müslümanlara bırakmaktır. Bu hak gaspına son vermek, yapılacak en büyük hizmet olacaktır. İyi niyetle de olsa Din üzerindeki bu vesayeti devam ettirmeleri, onları da yapılanlara ortak kılar.
Bu yetmezmiş gibi; Devletin güvenlik politikaları için Din’in kullanılmasını amaçlayan bir takım projelere işlerlik kazandırmalarının vebalinin altından kalkamazlar.
04.10.12