Fanatizm Karşıt Düşünceyi Büyüttü
Ortaçağda dinin kimliğini neredeyse tümüyle yitirmesine neden olan istismar zirve yaparak akıl dışı uygulamaları olabilecek en üst düzeye taşıyınca, içten içe büyüyen tepkiler de tavan yaptı. Kitlelerin açığa çıkan tepkileri öylesine artıp yaygınlaştı ki, sistematik bütünlüğü sağlamak üzere Rönesans ve Reform hareketlerini doğurdu, denilebilir. Elbette etki mekanizması sadece bununla sınırlı değildir, şu faktörler de oldukça etkili olmuştur:
Haçlı Seferleri ve Endülüs başta olmak üzere bilimsel hayatın canlı olduğu İslam Dünyası ile kurulan ilişki ve pusula, barut ve teleskop gibi birtakım icatların Batı’ya girişi.
Sadece İslam Dünyasında bulunan Yunan felsefesine ait kaynaklar ile Müslüman alimlere ait eserlerin bir kısmının Batı dillerine çevrilmesi, bir kısmını da kendileri yazmış gibi sahiplenmeleri. Böylece, akılcı düşüncenin ortaya çıkması.
Bizans’ın başkenti olan İstanbul’un Müslümanların eline geçmesi.
Onbeşinci yüzyılda kâğıdın Batı’ya girmesi ve matbaanın bulunması.
Seyyahların doğudan elde ettikleri ve aktardıkları bilgiler. ilh…
Rönesans ve Reform hareketleri kabul görünce, sarsılmaz kabul edilen Kilise ile Papalığın otoritesi ve egemenliği zayıflamaya ve etkisizleşmeye yüz tuttu. Aynı zamanda Hristiyanlığa ve kiliseye bağlı olan Skolastik felsefe dönemi de kapandı. Bundan sonra, günümüze kadar gelen seküler zihin dünyasının inşa edildiği ve giderek etkili olduğu bir süreç başladı. Yaklaşık binbeşyüz yıl süren sözde dinî egemenlik, yerini kademeli olarak sekülerleşmeye terk etti. Bu, dünyanın yeniden şekillenmesini sağlayan bir kırılma ve büyük bir değişim hamlesinin başlangıcı ve dönüm noktası olarak tarihe geçti.
Rönesans ve Reformla eş zamanlı olarak ilahi otoriteyi temsil ettiğini iddia eden kiliseye karşı insan aklını ve iradesini temsil eden Hümanizm en etkili akım haline geldi. Tanrının otoritesinin adresi olduğu iddia edilen kilisenin olumsuzlukların merkezi haline gelmesi yalnız dini düşünce ve kurumlara olan güveni sarsmakla kalmadı, tanrının varlığı ve belirleyiciliğinin de sorgulanmasına yol açtı ve tanrının inkarı yaygınlaştı. İnancını korumaktan yana olanlar bile özgüven kaybı yaşadı ve hayata müdahale etmeyen bir tanrı inancını benimser oldular.
Hayata dair her türlü eylem ve karar yetkisinin insana ait olması gerektiği düşüncesinin ifadesi olan hümanizm kitlesel kabule uğradı. Artık belirleyici olanın tanrı ve onun adına hareket ettiğini iddia eden kilise değil insandır düşüncesinin temel alındığı bir döneme girildi.
Avrupalılar bu süreçte, bizim modernleşme ile ilgili yaptığımız yanlışa düşmeden Müslümanlardan Kültür, ahlak ve inancı almadılar, sadece bilgi aktarmakla yetindiler. Kilise fanatizmine duyulan reaksiyon ve Müslümanları düşman görmeleri onları din karşıtlığına ve Antik Yunan hayranlığına yöneltti. Reform hareketinin Hristiyanlığı tartışılır hale getirmesine paralel olarak Antik Yunan paganizmine duyulan hayranlık, tanrı merkezciliğin yerine insan merkezci bir anlayışın (hümanizm) yer almasında etkili oldu. İnsanı yaratıcının yerine koyan Antik Yunan’dan mülhem bu akım Batı’da bundan sonra gelişen tüm süreçlerin, felsefe akımlarının, bilimsel gelişmelerin merkezinde yer aldı.
Güç merkezli ve ikinci bir hayatın varlığını kabul etmeyen seküler zihin, dünya egemenliğini adeta kutsal bir hedef olarak gördüğünden, Avrupalılar, Antik çağdan beri dünyaya egemen olmak için sürekli bir çaba içinde olmuşlardır. Son binyılda hem farklı inançlara sahip Batı dışı ülkeleri hem İslam ülkelerini egemenlik altına alarak hedeflerini gerçekleştirdiler.
Bunun için, on beşinci yüzyılda Coğrafi keşifler başlığı altında bilimsel çabaymış gibi gösterdikleri, gerçekte ise, istila olarak nitelenmesi doğru olan hareketlere giriştiler. Yeryüzünün büyük bölümünü oluşturan Asya, Güney Amerika ve Afrika ülkelerini büyük ölçüde on dokuzuncu yüzyılın başlarında egemenlik altına almayı tamamladılar. Sadece İslam Ülkeleri ile ilgili planlarını, beklemedikleri bir direnişle karşılaştıkları için ancak yüzyıllık bir gecikme sonunda Birinci Paylaşım Savaşı ile elde edebildiler.