Müslüman Kürtler Nereye?
Medrese-Tarikat-Cemaat
Din/İslam’ı referans alan iki kesim Kürtlerin toplumsal hayatında ve gelecek tasavvurunun şekillenmesinde görmezden gelinmeyecek etkiye sahiptir. Onların içinde yer almadığı ve desteklemediği bir toplumsal barışın sağlanması da neredeyse imkânsızdır.
Bunlardan birincisi; Medrese, Tekke, Cemaat üçlüsünün temsil ettiği kesimdir.
İkincisi, Modern toplumun düşünce üretimini üstlenen aydınlardır.
Birçok Müslüman topluma oranla iç içe gelişen Medrese-Tekke (İlim-Tasavvuf) geleneği öteden beri Kürtler arasında son derece yaygındır. Bu nedenle tarih boyunca Kürt toplumunun; bilgi, bilinç, İslam’ı anlama ve uygulama düzeyi yüksektir. Melle ve Şeyh (Alim-Mutasavvıf) toplumu yönlendiren önderlerdir.
Müslüman dünyanın, Din’in dinamizminden uzaklaşması, bidat ve hurafelerin sahih bilginin önüne geçmesinden sonra bu ikili de önemli oranda kalite kaybına uğradı. Direnmektense, saltanata ve dünyevileşmeye daha çok meylettiler.
Modern dönemde ortaya çıktığı halde geleneksel ve uzlaşmacı anlayışa bağlı cemaatlerin eklenmesiyle bu kesim günümüzde de varlığını ve etkisini sürdürüyor. Sahip oldukları kitlesel etki ve güçle toplumu yönlendirebiliyorlar.
Ancak ilim ve medrese mensupları, modern eğitimin insanlığı sürüklediği çıkmazlar karşısında yegâne alternatif olabilecek sisteme sahip olduklarının farkında olmadan kendi dar alanlarına hapsolmuş halde yaşıyorlar.
Bu kesimin düşünce ve davranışlarının şekillenmesinde Din’in sahih kaynaklarının göz ardı edilmeyecek bir yeri olduğunda kuşku yoktur. Ancak buna paralel olarak bidat, hurafe, çıkar ve statünün de etkisinde kalmışlardır. Siyasi bilinç, muhakeme ve toplumsal sorunları analiz etme kapasiteleri ise oldukça düşüktür.
Bu kesimin kimliğinin şekillenmesinde etkin olan diğer bir faktör de, Din’i referans alan bir devletin yerine kurulan Modern-Etno-Seküler-Devletin baskı ve dayatmalarıdır. Bu baskı ve dayatmalar karşısında Müslüman Kürtlerin bilinçli ve önder kesimi sayılan Medrese-Tarikat-Cemaat Mensuplarının gerekli direnişi ortaya koydukları ve iyi bir sınav verdikleri söylenemez.
Oysa tepeden kurulan Dindışı sisteme karşı Şeyh Said örneğinde şahit olduğumuz gibi ilk ve en etkili mücadeleyi verenler bu kesimin içinden çıkmıştı. Kürtlerin etnik haklarını da barındıran Müslümanların hakları ve hukukunu koruma amaçlı direnişi onlar başlattılar. Yeterli toplumsal destek görmediklerinden sonuç alamadılar. Arkadan gelenler gerektiği şekilde sahiplenmediğinden mücadele kesintiye uğradı.
Müslüman Kürtleri temsil konumundaki bu kesim, Müslüman Türklerle paralel hareket ederek açıktan mücadele yerine geri çekildiler ve pasif direnişi tercih ettiler. Din’in bütünlüğünü dikkate almayan maslahatçı yorumlara yöneldiler. İnanç, düşünce ve davranışlarından taviz verme pahasına devletin karşısında değil yanında yer almaya çalıştılar.
Baskılar nisbeten hafifleyinceye kadar geçici olarak böyle bir taktik hesapla hareket etmenin gerekli ve zorunlu olduğuna kendilerini inandırdılar. Ancak geçici ve taktiksel olan, zaman içinde kendiliğinden sürekli ve kalıcı bir anlayışa dönüştü. Böylece, akıl ve imanın besleyip diri tuttuğu direniş unutuldu. Dahası, Dinî referanslardan zorlama fetvalar üreterek içinde bulundukları durumu meşrulaştırıp içselleştirdiler.
Birinci Paylaşım Savaşı sonunda Türkler ve Kürtlerin elinde kalan topraklar üzerine kurulacak devletin kurucu iradesini temsil edenler gibi onlar da ellerindeki gücü fark etmediler ve kullanamadılar. Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi, Hasan Basri Çantay, Bediüzzaman ve benzeri birçok alim ve şeyhin yaptığı gibi etkinliklerini kullanmadılar ve açık mücadeleden kaçındılar.
Bir yandan geleneksel İlim ve Tasavvuf, diğer yandan Bediüzzaman ve benzerlerinin eser ve yönlendirmelerinden beslenen bu kesimler; dinamizmini yitirmiş, özgüvenden yoksun, edilgen, yer yer teslimiyetçi ve uzlaşmacı bir çizgide durdular. Çözüm üretmeyen, inisiyatif kullanmayan, savunmacı bir antitezin savunucusu oldular.
Din’in “Dünya ve Ahiret saadetini sağlama” gibi aşılmaz büyüklükteki iddiasını ve tezlerini uygulanabilir proje ve reçetelere dönüştüremediler ve diğer kesimlerin gerisinde kaldılar.
30.09.13
Modern öncesi dönemde bilgi ve düşünce üretiminin yegâne kaynağı bu ikilidir.
İLİM-ALİM: geleneksel bilgi, ahlak, takva, sivil, nakil
Kuran’ın herkes tarafından anlaşılmasının mümkün olmadığı iddiasıdır. Müslümanların aklına ve iradesine tahakküm etmek isteyenler buna dört elle sarılmakta ve yaygınlaştırmaya özen göstermektedirler. Böylelikle, Müslümanlar arasında farklı konuma sahip imtiyazlı bir sınıf oluşmuştur. Kuran ancak onların yardımıyla anlaşılabilir.
Oysa Bizatihi Kuran birçok yerinde; açık ve anlaşılır olduğunu, her mükellefi doğrudan muhatap aldığını bildiriyor. Emir ve talimatları doğrudan kişilere yönelik olan bir Kitap’ın anlaşılmaz olduğunu iddia etmek en hafif ifadeyle çelişkidir.
Medresenin işlevi ve misyonunun farkında değiller
talebe-hoca ilişkisi, yalnızca bir bilgi alma ve bilgi aktarma ilişkisi değil; kendi terimlerimle ifade edecek olursam, bir geleneği tevarüs etme (öğrenme ve alma), temellük etme (özümseme ve kendine maletme) ve temessül etme (başkalarına sunma) ilişkisidir. Yk
kurucu kaynaklar
Cemaatler medreseyi küçümseyip cami ve medrese dışında bir alana taşındılar. Caminin misyonundan uzaklaştılar.
Değerlerin temsili
İkincisi Aydınlardır: İslam kültüründe benzer adlandırmalar olmakla birlikte aydın kavramının tam karşılayan bir kelime bulmak mümkün değildir. Çünkü aydın; modern kültürün ve Aydınlanma Felsefesinin; Batıcı, seküler, pozitivist ve akılcı sıfatlarını taşır. Alimin aksine, Din dışı kültürden beslenir, geçmişe, Din’e ve geleneğe karşıdır.
Buna rağmen, diğer Müslüman toplumlarda olduğu gibi Müslüman Kürtler arasında da “Modern Müslüman” çerçevesinden mülhem “Müslüman Aydın” kavramı kabul gördü.
Müslüman Aydın olarak nitelenebilecek olan Müslüman Kürtler, Dünya Müslümanları arasında çokça görülen emsalleri gibi eklektik bir düşünceye sahiptirler. En kestirme biçimde ifade etmek gerekirse, Din ile Sekülerizmi uzlaştırmak gibi gerçekleşmesi mümkün olmayan bir iddianın peşindedirler. Modern Dünya Görüşünün zihinsel kodlarıyla bir Din algısı oluşturma çabasındadırlar. Çelişkili bir biçimde, inandıkları ve karşıt olmadıklar Din’in belirsizliğini öne sürerek uygulanmasının mümkün olmadığından söz ederler. Din’in; Modernitenin ürettiği ve tamamıyla Dünyevi olan sorunları çözemeyeceği ile ilgili tereddütleri vardır. Zihinlerini kuşatan egemen kültürün şablonlarına uygun cevaplar bulamayınca, açığa vuramadıkları, hatta kendilerine bile itiraf edemedikleri belli belirsiz şüphelere kapılırlar. Bilinçaltının baskısıyla geçmişte ve yaşayan Müslümanlar arasındaki kötü örneklere sürekli vurguda bulunurlar. İslam Tarihinin hukuk, ekonomi, eğitim-öğretim, bir arada yaşama, sosyal hayat ve benzeri alanlardaki üstün performansı ve başarılı uygulamalarını görmezden gelirler. Oryantalistlere taş çıkartan bir yaklaşımla analizlerde bulunurlar.
Buna karşılık, Batı’nın karanlık yüzünü göstermeden; iyi yönlerini, refahını, insan haklarına saygısını, şiddette karşı duruşunu, demokrasisinin faziletlerini, özgürlüklere sahip çıkmasını büyük bir hayranlıkla, hem de sürekli ve ısrarlı bir biçimde dillendirirler. Aldatıcı, ayartıcı ve sahte taraflarını dikkate almazlar.
Bir tarafı acımasızca eleştirirken, daha kirli olan diğer tarafı güzel gösterme, benimseme, hoşgörüyle bakma nasıl bir halin yansımasıdır anlamak gerçekten zor! Üzerinde düşünülmesi, sorgulanması, yüzleşilmesi zorunlu bir durum!
Aynı kesim, Kürt Meselesini yer yer aşırıya kaçsa da takdirle karşılanacak bir duyarlıkla merkezi bir konuma oturtmuş bulunuyor. Konuyla ilgili kayda değer düşünce ve önerilere de sahiptirler. Ancak; kendilerinin ürettiği, özgün ve dört ayağı mamur tez ve projelerinin olduğu söylenemez. Seküler Kürtlere ait tezlerin içine yerleştirdikleri düşüncelerle kendilerine bir alan açmak onlara yeterli geliyor.
Sol gelenekten beslenen seküler Kürtlerin Kürt Meselesindeki haklı direnişlerini desteklerken belki de farkında olmadan onların ideolojik yaklaşımlarını da paylaşıyorlar. Kimileri de sol ve liberal jargondan karma bir söylemle kendilerini ifade ediyor.
Bu; gücün baskısı sonucu Müslümanların sağa, sistemin yanına savrulmasına benzer biçimde, karşı yönden sola savrulması olarak değerlendirilebilir. Müslüman Kürtler bu kez Kürt coğrafyasındaki egemen gücün bakısı altında bir pozisyon ediniyorlar. Oysa asıl olan sağa sola savrulmak değil, gerçek kimliğinin gerektirdiği bir duruşa sahip olmaktır.
Müslüman Kürtlerin; başta Kitap olmak üzere İslam’ın kaynaklarından cımbızladıklarının dışında bütüncül ve hayatı belirleyen bir yaklaşım edinme gayretinde olduklarını hissettiren bir veriye rastlanmıyor. Bu büyük ve hayati eksiklikle bir yere varmanın imkânsız olduğu son derece açıktır. Teorisi olmayan bir hareketin uzun vadede yaşama şansı yoktur ve başarılı olmasını beklemek de safdillik olur.
Müslümanlar ve Kürtler adına en soylu, kapsamlı ve örnek direnişi geliştiren Şeyh Said’in, ilhamını Kuran ve Sünnetten aldığını bizzat kendi ifadelerinden biliyoruz. Günümüzde hem geleneksel çizgi mensuplarının, hem de Müslüman Kürt Aydınlarının Şeyh Said’le aynı kaynaklara bağlı kalmaları Müslüman olmalarının gereğidir. Başka bir seçeneğe yönelme hakkına sahip değildirler.
Aynı zamanda, Kürt Meselesi başta olmak üzere hayatın bütün alanlarıyla ilgili aynı referanslardan uygulama projeleri üretmekle yükümlüdürler.
Aksi halde; tarih, toplum ve Allah karşısında mahkûm olmaktan kurtulamazlar.
Şeyh Said’in hareketini dayandırdığı hükümleri, gerekçelerini ve kaynağını kendi sözlerinden hatırlayalım:
“Kuran ahkâmına aykırı hareket, Allah ve Peygamber’i inkâr ettikleri ve Halife-i İslâm’ı sürdükleri için gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün Müslümanlar üzerine farz olduğu…”
“Din-i Mûbin-i Ahmedî’yi kâfirlerin yed-i zulmünden tahlis etmek…”
“Bu Gaza ile Cihadın mezhep ve tarikat tefrik edilmeden LÂ İLÂHE İLLALLÂH MÛHÂMMEDÛN RESÛLULLÂH diyen bütün İslâm muvahhitleri üzerine farz olduğu…”
“Kitaplardan bilirim ki, imam şeriattan saparsa isyan vaciptir.”
“Kitap, kıyam vaciptir diyor. Kitap, cinayet, zina, müskirat gibi durumları yasaklıyor. Hepimiz Müslüman’ız. Türk, Kürt ayrımı yoktu.”
“Peygamber Efendimizi göndermekle neşir ve tebliğ ettiği dinimizi imhaya çalışanlara karşı harp ilan ettim.” “Evet, ben cihada başladım.”
30.09.13