Zorunlu Değil Çoğulcu Eğitim
Hani çocuklarına yedirecek bir şey bulamayan anne onları avutmak için tencereye koyduğu kumları sürekli kaynatıp yakında yemeğin pişeceğini söylüyordu ya! İşte bu zorunlu eğitim de ona benziyor. İçi boş, kof, çürümüş bir eğitimi, allayıp pullayıp zorunlu kılıfıyla pişirip önümüze getiriyorlar. Kum gibi bir türlü yenecek kıvama gelmiyor ve bekleyenlerin eğitime olan açlığını gideremiyor.
Aslında eğitimin pek çok temel sorunundan biri de zorunlu olmasıdır. Bundan dolayı kesintili olup olmaması ayrıntı olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Bütün dünyaya kutsal bir form içinde ve sihirli bir değnek gibi dayatılan zorunlu eğitim, toplumların ihtiyacını karşılayacak, gerçek bir gelişmeye yol açacak, insanın ruh ve zihin sağlığına hizmet edecek ve sağlıklı bir kimlik edinmesini destekleyecek özelliklere sahip değildir.
Zorunlu eğitim, gerçekte egemen güçler tarafından dayatılan ve onların hedeflerini gerçekleştirmeye yarayan bir araçtır. Egemen devletler ve uzantısı olan Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslar arası kuruluşlar tarafından desteklendiğinden bütün dünyada yaygınlaşmış bulunmaktadır. Bu devlet ve paralel hareket eden kuruluşların her konuyu, hedefledikleri dünya hegemonyası için kullandıkları ve adil bir dünya sisteminden yana olmadıkları dikkate alındığında bunu da çıkarlarına alet etmek için teşvik ettikleri kolayca tahmin edilebilir. Günümüz dünyasında toplumların aynı zihin kodları, aynı dünya görüşü, aynı kılık kıyafet, aynı yiyecekler, aynı bilgiler, aynı düşünce yapısına sahip olması; yeryüzüne tek tip kültürün hâkim olduğunun açık göstergesidir. Bu sonucun, eğitim yoluyla servis edilen bir hizmet olduğu inkâr edilemez bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.
Bu çerçeve içinde mütalaa edilmesi gereken bir eğitim modelinin bizi doğru sonuçlara yöneltmeyeceği açıktır. Öyleyse özgün ve toplumun ihtiyaçlarına uygun bir eğitim sisteminin kurulması şarttır. Bunun için yanlışların ve sorunların doğru bir şekilde tespit edilmesi ve çözümlerin de toplumsal yapının gerektirdiği duyarlıkla belirlenmesi olmazsa olmaz bir zorunluluktur.
Kuşku yok ki; çoğulcu karakterinden uzaklaştırılıp dayatmayla tekçi bir muhtevaya büründürülmesi eğitimin en temel ve belirleyici sorunudur. Yürürlükteki ‘Tevhidi Tedrisat’ (Öğretimin Birliği) sistemi, modern egemen kültüre uyum için hayata geçirilen bir operasyondur. Devletin, toplum ve bireye rağmen onlar adına karar vermesidir. Toplum dışlanarak alınan ve Demoklesin Kılıcı gibi toplumun tepesinde sallanan bu düzenleme, var olan bütün eğitim sorunlarını beslemektedir. Yürürlükte kaldığı sürece hangi yollara başvurulursa vurulsun söz konusu sorunların çözülmesi mümkün görülmemektedir. Nitekim her defasında yeni ümitlerle ve heyecanla başvurulan farklı uygulamalar, eğitimi yazboz tahtasına çevirmekten başka sonuç vermemiştir.
Özgürlüğü de besleyen çoğulculuk, eğitimin temel sorunlarını ortadan kaldıracak ve toplum kesimlerinin ihtiyacını karşılayacak bir çözüm olarak öne çıkmaktadır. Buna göre: Herkes inancına uygun eğitim ve öğretim hakkına sahip olacaktır. Bu hak hiçbir şekilde engellenemeyecek ve kimse istemediği bir eğitime zorlanmayacaktır. Eğitim kurumu kurma, müfredat belirleme ve diğer eğitim öğretim faaliyetlerini yürütmede tüm toplumsal kesimler özgür olacaktır. Reşit olmayanların nasıl bir eğitim öğretime tabi tutulacağı Devletin dayatmalarına göre değil, ebeveynlerin tercihine göre belirlenecektir. Din eğitimi ve öğretimi, Dinî gurupların isteğine uygun olarak yapılacaktır. Eğitim dilini seçmek kişi ve kesimlerin iradesine bırakılacak anadilde eğitimin önündeki bütün engeller ortadan kaldırılacaktır.
Devlete bağlı vatandaş yetiştirmeyi kutsal bir görev olarak eğitimin hedefi haline getirmek, mevcut sistemin en önemli çıkmazlarından biridir. ‘Yetiştirme’ bizatihi insanın özgürlüğüne müdahaledir ve Devletin böyle bir amacı dayatması temel haklara aykırıdır. Esas olan iyi bir insan olmak, başkalarının haklarına saygılı davranmak ve kendi hakların sahip çıkmak olmalıdır. Bunun nasıl olacağına Devlet değil, bireyler, reşit olmayanlar için anne-babalar karar vermelidir.
Okullarda felsefe, edebiyat, tarih, coğrafya, biyoloji, Din Kültürü ve diğer dersler Devletin dayatması altında ‘Resmi ideoloji’yi güçlendirecek bir içerikle okutulmaktadır. Bu dersler; ırkçı, şoven, Din karşıtı, pozitivist, materyalist, değer tanımaz, kişiliksiz bir kuşak yetiştirmeye hizmet etmektedir. Bu da eğitimde aşılması zor sorunları üreten bir mekanizmaya dönüşmüştür. Oysa müfredatın, eğitimden yararlananlar veya onların hukuki temsilcileri tarafından belirlenmesi, ideolojik dayatmanın ortadan kalkmasını sağlayacaktır.
Hâlihazırda okullar ve dersler; hayattan kopuk, içi boş, pasifizmi besleyen, ezberci, işe yaramaz bilgilerle donatılmış, sürekli sınav stresi üreten bir yapıya sahiptir. Bu ağır baskılardan ve itici ortamdan rahatsız olan öğrenciler kurtuluşu, okul dışında aramaya yönelmektedir. Sonuçta öğrencilerin kişiliğinin şekillenmesinde okulda verilen eğitimden çok; çevre, medya, internet, alkolizm, uyuşturucu, cinsel yönelimler, çeteleşme ve benzeri faktörler etkili olmaktadır. Bu da toplumun, baştan aşağı sorunlar yumağı bir güruhun pençesine düşmesine yol açmaktadır.
Okulların yerine anlamsız şekilde dershanelerin geçmesi ise sorunu büyütmekten ve okullardakine benzer şekilde kaynakların heba edilmesinden başka bir işe yaramamaktadır.
Bunların dışında içerik, öğretmen, öğrenci ve okullarla ilgili uzun bir liste halinde sıralanabilecek pek çok sorun, eğitimi; amaçsız, kimliksiz, bir yapıya dönüştürmüş bulunmaktadır. Yukarıda sayılan ve sayılamayan temel sorunların giderek büyüdüğü bir yerde, topyekûn sistemin köklü şekilde, sil baştan ele alınmasından başka çare aramak boşuna çabalamaktır.
Mevcut sistemi zorunlu eğitimle restore etme girişimi, sorunların artarak ağırlaşmasından ve içinden çıkılmaz hale gelmesinden başka bir sonuç vermeyecektir. Kesintili eğitim, her tarafından sorun üreten mevcut sistemin içinde, deryada bir ada hükmünde görülebilir. Tek başına sadra şifa olamaz.
Aktarma ve anavatanında bile terk edilmiş bulunan baskıcı, dayatmacı, gerçeği tek başına temsil ettiğini varsayan pozitivist anlayış terk edilmeden eğitimin ayağa kaldırılmasını düşünmek ancak gerçeklerle bağdaşmayan bir fantezi olabilir.
08.03.2012