Müslümanlar Bir Cemaat Değil mi?

Cemaat, sadece Din’e ve Müslüman toplumlara ait bir kavram olmayıp sosyolojik bir vakadır.  İster dinî karakterli olsun, ister olmasın, cemaat olarak nitelendirilebilecek yapılara bütün toplumlarda rastlamak mümkündür. İnançları farklı olan toplumlarda birbirine benzer yapıda cemaatler görmek de son derece olağandır.

Cemaatin var olma gerekçesi; insanın sosyal bir varlık olması, paylaşma içgüdüsüne sahip bulunması ve hayatta gerçekleştirme arzusu duyduğu bir takım amaçlar taşımasıdır.

Her insanın sahip olduğu doğal özelliklerin, bir dine, inanca bağlı olanlarda da bulunmasından daha doğal bir şey olamaz. Grup aidiyeti veya mensubiyeti de denilebilecek bu ilişki biçimi aslında dinî bir yönlendirmeden çok, beşeri bir yönelimdir. Toplumsal ortamda kişinin sosyal ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Statü, çıkar, özgüven, kendini ifade etme, paylaşma gibi istek ve arzular grup (cemaat) içinde bulunmayla gerçekleşebilmektedir.

Günümüzde topluluk, grup, halk, kitle gibi anlamlarda kullanılan cemaat kavramına İslam’ın temel kaynaklarında aynı adla rastlanmamaktadır. Kelime anlamı topluluk olan cemaat, daha çok birlikte namaz kılmayla ilgili bir ifade olarak kullanılmıştır.

Uygulamaları ile Müslümanlara yol gösteren Peygamber(as) dönemine baktığımızda da cemaat denilebilecek ayrı grupların varlığına şahit olamıyoruz. O’nun döneminde her Müslüman hem bütünün kopmaz, ayrılmaz parçasıdır; hem de son derece güçlü bağımsız bir şahsiyettir. Zaten Kuran, her insanı doğrudan muhatap alarak bu çerçeveye uygun, hem toplumsal, hem bireysel bir kimlik edinmeye; sorumlu ve mükellef davranmaya yöneltir. Mükellef olmak; akıl ve irade sahibi olarak, araya herhangi bir vasıta koymaksızın doğrudan Din’e muhatap olmaktır. Aklını ve iradesini kullanmayan veya başkalarının yönetimine terk eden, mükellef gibi davranmış olmaz. Oysa yalnız deliler ve çocuklar bu konuda istisna olarak kabul edilmiştir.

Özgürlüğü elinden alınmış köleler ile hayati tehlike içinde bulunanlar geçici bir süre bazı yükümlülüklerden muaf tutulurlar. Özgür, irade ve akıl sahibi kişiler ise onlar gibi davranamazlar. Din adına bile olsa aklını ve iradesini hiçbir otoriteye teslim edemezler.

Din’in istediği Müslüman tipi bu formülasyonda ifadesini bulduğu içindir ki; Din’in içinde -iş bölümü ile karıştırmamak gerekir- farklı cemaatlerin olmasına ihtiyaç da, gerek de, izin de yoktur. Çünkü Din’in mensupları, yani Müslümanlar bir cemaattir. Bir grup aidiyeti aranacaksa, Müslümanların oluşturduğu cemaat içinde bulunmak yeterlidir.

Din; kişinin, grup aidiyetini teslimiyete dönüştürmeden toplum içinde yer almasını, sosyalleşmesini ve bu alanda ihtiyaçlarını karşılamasına yönelik tedbir ve mekanizmalara sahiptir. Bunların başında temel kurum olarak cami bulunmaktadır.

Günümüzde işlevinden uzaklaşmış, misyonunu kaybetmiş halinin bizi yanıltmasına izin vermeden aslına bakacak olursak, caminin toplumsal hayatın merkezinde yer aldığını görürüz. Sosyal hayat, caminin etrafında şekillenir. Farklı eğilim, yetenek, ilgi ve meslek sahiplerinin bir araya gelmelerini, birlikte hareket etmelerini, ortak düşünce ve karar geliştirmelerini sağlar. Dayanışmayı, yardımlaşmayı, paylaşmayı canlı tutar. Yalnızlaşmayı, ezilmeyi, yoksullaşmayı, adaletsizliği engeller. Varlıklı ile yoksulu bir araya getirerek eşitliği ve dengeyi kurar. Toplumsal sorunlar karşısında ortak görüş ve duruşu şekillendirir. Kısacası, toplumsal hayatı bütün yönleriyle kuşatır, denetler ve yönlendirir.

İş bölümü için bir araya gelen veya örgütlenenlerin dar anlamda ve geçici aidiyetlerinin kalıcı olmaması için ana kümeden uzaklaşmaması cami ile sağlanır. Günümüzde cemaat adıyla cami dışında merkezler edinen grupların çıkış noktası tam da burasıdır: İş bölümünün farklı bir Din anlayışına dönüşmesi, çalışmaları için caminin dışında merkezler edinmeleri ve tüm Müslümanları muhatap almayıp kendilerine bağlı grup oluşturmaları.

Bunun Müslümanlar arasında ortak anlayış ve düşüncenin gelişmesini engellediği, ayrılıkları arttırdığı, haksız statülerin ihdasına imkân verdiği, çıkara dayalı ilişkilere meşruiyet kattığı, birliği bozduğu son derece açıktır.

Oysa Din; Müslümanların kardeş olduğunu, birleşmelerini, birbirlerine bağlanmalarını, tek ümmet olmalarını, dayanışmalarını, yardımlaşmalarını, sevgiyi arttırmalarını, merhametli olmalarını, doğru davranmalarını emreden hükümlerle doludur. Peygamberin uygulamalı bir model olarak hayata geçirdiği gibi; dinî ve siyasî birliği sağlayacak bir yönetim kurmalarını ve tüm Müslümanların bu çatı altında yer almalarını önermektedir.

Tüm Müslümanların bu çerçeveye göre kendilerini konumlandırmaları ve aynı cemaate mensup olduklarını benimsemeleri zorunludur.

Sözümüz; yalnız yanlışlarıyla bugünlerde gündeme giren değil, cemaat veya başka adlarla anılan veya siyasi çizgisini İslam’la özdeşleştiren herkese, bütün gruplara…

Kimse; onlar yanlış yaptı, biz doğru yapıyoruz diye kendini aldatmasın. 24.02.14

 

Views: 17

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir