“Kürt Sorununda Çözümsüzlüğün Bedeli 3 Trilyon Dolar”
“Kürt Sorununda Çözümsüzlüğün Bedeli 3 Trilyon Dolar”
https://www.voaturkce.com › kurt-s…
Oct 22, 2021 — Araştırmacı ve yazar İzzet Akyol tarafından hazırlanan “Düşük yoğunluklu 40 yıllık savaşın Türkiye’ye ekonomik maliyeti” başlıklı rapordan:
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
Devletin Kürt sorununun dibindeki siyasi faktörü atlaması ve PKK’yı salt bir şiddet-terör örgütü olarak tanımlayıp beslendiği sosyal-siyasal zemini görmezden gelerek PKK ile mücadelesini askeri yöntemlerle kazanabileceğini zannetmesinin, sonuç olarak, Kürtler arasındaki PKK sempatisinin ve desteğinin tedrici şekilde artmasına yol açtığını söylemek yanlış olmayacaktır. Hiçbir devlet silah kullanan illegal bir örgüte müsamaha göstermez. Ancak devlet güçlerinin, PKK’ya karşı yürüttükleri mücadelede zaman zaman hukuk dışına çıkıp meşruiyet çizgisini defalarca aştığı bilinmektedir. Devletin Kürt vatandaşları PKK militanları ile özdeşleştiren toptancı ve genellemeci uygulamaları, vatandaşların evlerinden zorla çıkarılmaları ve köylerin yakılması, güvenlik güçlerinin hukuksuzluk yaptığı durumlarda devletin haksızlıkları telafi konusundaki isteksizliği ve yavaşlığı, devlet kurumlarının ve yargının hukuksuz eylemleri tespit edilen devlet görevlilerine karşı müsamahakâr tutumu gibi durum ve uygulamalar, PKK’ya mesafeli Kürt kitleler nezdinde dahi “devlet şiddeti” ile “örgüt şiddeti”ni eşitlemiş, PKK’ya bir ölçüde meşruiyet atfedilmesine yol açmıştır. Resmi milliyetçilik anlayışında ifadesini bulan “Türk kimliği” üzerinden Türkiye’de “milli birlik ve beraberlik” duygusunu sağlamanın artık pek mümkün olmadığını görmek gerekir. Mevcut/yaygın “Türk kimliği”ni benimsemiş vatandaşlar ile bu kimliği benimse(ye)memiş olanların ortaklaşa kabulleneceği bir “üst kimlik” oluşturulması Türkiye’nin geleceğinin anahtarıdır. Basiretli siyaset anlayışı toplumda var olan sorun ve taleplerin sağlıklı siyasi veya toplumsal mekanizmalarla yumuşatılmasını gerektirir; böylelikle sosyal, etnik, dini veya ekonomik sebeplerle oluşacak muhalefetin radikalleşmesini engellenecektir. Türkiye Kürt bahsinde tam tersini yaparak siyasi alanı daraltmakta ve sorunlar daha da büyüyüp giriftleşmektedir. Türkiye’nin huzuru ve menfaati siyasi kanalların Kürtlerin taleplerine cevap verecek şekilde genişlemesini gerektirir. Türkiye mevcut soruna siyasi bağlamda bir çözüm geliştirmeyi başaramazsa PKK’nın (veya uzantısı olan örgütlerin) askeri olarak mağlup olsa dahi yeniden dirileceklerini söylemek kehânete girmez. Nitekim eski genelkurmay başkanı Org. İlker Başbuğ da bu meseleyi 2010 yılında “26 yılda (1984-2010) devlet PKK’yı 5 defa bitirdi”(188) diyerek tabandaki sosyolojinin örgütün yeniden ayağa kalkmasına imkân sağladığını ifade etmiştir.(189) Ayrıca askeri yöntemlerin Türkiye’deki silahlı çatışmaları engelleme kapasitesinin ampirik olarak araştırıldığı bir çalışmada PKK varlığının askerî yöntemlerle yok edilmesinin tek başına soruna çözmediği sonucuna ulaşılmıştır.(190) Kürt sorunu ve devlet güçleriyle PKK arasındaki çatışmalar Türkiye’nin neredeyse 40 senesine mührünü vurmuş en yakıcı sorunudur. Kürt sorununun temeli itibariyle siyasi olmasına rağmen, devletin meseleyi PKK üzerinden asayiş/terör sorunu olarak kodlaması ve ısrarla güvenlikçi politikalarla sona erdirmeye çalışmasının sonucu, PKK’nın daha da siyasallaşarak Kürt kitleler nezdindeki tabanını genişletmesi olmuştur. Aynı süreç, politika tercihleri üzerindeki güçlü yönlendirici etkisi ile —hatta bazı tercihleri tamamen domine ederek— Türkiye’yi pragmatik ve rasyonel esneklikten uzaklaştırmıştır.(191) Bu durum Türkiye’ye muazzam büyüklükte ekonomik zararlar vermiştir ve hâlâ da vermektedir. Yapılan hesaplamalara göre yıllık milli gelirin yüzde 1 kadarına tekabül eden bir kaynak direkt olarak veya dolaylı bir şekilde buharlaşmakta ve yıllara yayılınca 3 trilyon doları aşkın muazzam bir olağanüstü bir servet Türkiye’nin avuçlarından kayıp gitmektedir. Silahlı eylem ve çatışmaların yoğunlaşmasının oluşturduğu olağanüstü büyüklükteki direkt kayıpların yanısıra, Türkiye’nin esnekliğini ve politik/ekonomik öngörülebilirliğini önemli ölçüde kaybetmiş olmasının doğurduğu dolaylı kayıplar da söz konusudur. Sonuç olarak, Türkiye Kürt meselesiyle ilgili mücadelesinde — temelde ideolojik tercih ve kabullere dayalı resmi tutumun bir sonucu olarak— siyaset alternatifini çok kısıtlı şekilde ve kapsamda devreye almış, güvenlikçi politikalarla çözebileceğini zannettiği konu Türkiye’ye beşeri ve maddi olarak çok büyük maliyetler oluşturmuştur. Kürt Barışı, Türkiye’nin hem demokratikleşmesinin hem de rasyonelleşmesinin anahtarıdır. Türkiye’yi çevreleyen çok değişik riskler dikkate alındığında, Kürt Barışı üzerinden gerçekleşecek rasyonelleşmenin hayati önem taşıdığı görülecektir. Geçmişten farklı olarak, Türkiye’nin nüfus artış hızı belirgin şekilde düşmektedir. Öngörülebilir bir gelecekte Türkiye emek açığı çeken bir ülke haline gelmesi muhtemel gözükmektedir. Demokratik reformlarını gerçekleştirmiş ve iç barışını sağlamış bir Türkiye yalnız Türkiye dışındaki Kürtler için değil, yakın çevresindeki coğrafyalarda yaşayan herkes için cazibe merkezi haline gelerek beyin göçü alan bir ülke haline gelebilir. Parlak beyinlerin kendi barışını sağlayamamış bir Türkiye’de kendilerine bir gelecek görmesi düşünülemez. Türkiye ya kendi yetişmiş insanlarının dahi kaçtığı bir ülke ya da parlak beyinlerin göçmek için can attığı bir ülke olacaktır. Bu reformları yapmış bir Türkiye para, yatırım ve nüfus çekecektir. Bu bağlamda Suriye ve Irak Kürtleri ile ilişkileri de vurgulamak yerinde olur: Suriye’de ve Irak’ta Kürt varlığının geri dönülemez şekilde politik ve hukuki bir mahiyet kazandığı bir realitedir. Federasyon ve/ya konfederasyon şeklinde bu varlıkların kalıcı olduğunu kabullenmek gerçekçiliğin gereğidir. Türkiye Kürt Barışı’nı gerçekleştirebilirse, Kürtleriyle barışmış bir Türkiye Suriye’deki ve Irak’taki Kürt varlığının garantörü haline gelebilir. Eğer çatışmacı mevcut anlayış devam ederse, Türkiye’deki Kürt nüfus açısından Irak veya Suriye’deki Kürt yapılanmaları bir cazibe merkezi haline gelecektir. Ayrıca, Türkiye’nin güneyindeki nüfusun neredeyse tamamen Kürtlerden oluşması gerçeği karşısında, Kürtleri hasım gören bir Türkiye’nin Ortadoğu’ya erişim kanalları da bloke olacak demektir. Barışı başaran Türkiye büyüyecek, aksi takdirde bloke olacaktır. Bu reformları gerçekleştiren Türkiye’nin, ayrıca, bütün bölge halkları nezdinde cazibesinin artacağı kesindir. Türkiye’nin Kürt Barışı, Türkiye kökenli gayrimüslim diasporalar ile ilişkiler açısından da belirleyici olacak, demokratik reformlarını gerçekleştiren bir Türkiye, Ermeni ve Süryani diasporası için de cazibe merkezi haline gelecektir. Özellikle Avrupa ülkelerinde yaşayan Ermeniler ve Süryaniler kendi köklerinin olduğu topraklarla yeniden bağ kurmaya başlayacaklardır. Kurulan her bağ, yapılan her ziyaret, alınan her ev/yazlık Türkiye’nin zenginleşmesi anlamına gelecektir. Konuya ticari pazarlar ve ölçek açısından yaklaşacak olursak; Türkiye doğal kaynaklardan mahrum bir ülkedir. Zenginleşmesinin tek yolu üretmek ve ihracat yapmaktır. Dünyanın hemen her yerinde en büyük ticaret komşu ülkelerle yapılır; ancak Türkiye’nin komşularıyla ticareti mevcut potansiyelin çok altındadır. Uzak pazarlara mal satmaya çalışan Türkiye komşularına mal satmada yeterince başarılı değildir. Pandemi sonrasında küreselleşme trendinin yavaşlayacağı, korumacı ekonomi anlayışının yükseleceği ve “bölgesel ekonomiler”in gündeme geleceği düşünülmektedir. Kendi iç barışını yapmış bir Türkiye’nin (belki İran hariç) bölge ülkeleri ve komşuları nezdindeki soft-power’ı ve etkinliği artacaktır. Bunun anahtarı Türkiye’nin kendi iç barışıdır; demokratik reformlarını gerçekleştirecek bir Türkiye halihazırda büyük bir güç ve istikrar vakumu içinde bulunan bölge ülkeleri için cazibe merkezine dönüşebilir.
Vurgulanması gereken bir başka husus, su meselesidir: Kürt Barışı’nı yapmış ve Türkiye dışındaki Kürtlerin de garantörü haline gelmiş Türkiye Ortadoğu’daki su kaynaklarının önemli kısmını belirleyecek ülke haline gelebilir. İçilebilir su, görünür gelecekte petrolden daha önemli hale gelecektir. Bu meseleyi hakkaniyetle yöneten Türkiye’nin, sırf suyun paylaşımı üzerinden geliştirilecek karşılıklı bağımlılıklarla bölge istikrarının ve ekonomisinin merkezi haline gelebilmesi mümkündür. Kürt Barışı’nı yapamayan bir Türkiye’nin, halihazırda kendi coğrafyasında yer alan su kaynaklarından dahi yeterince istifa edemeyeceğini söylemek mümkündür. Başarması çok zor da olsa, Kürt meselesinin nihai çözümü topluma, ülkeye ve devlete çok ciddi avantajlar ve siyasal bir derinlik kazandıracaktır. Siyaseti dondurup veya gözardı edip konuya asayiş penceresinden bakmanın ülkeye vakit kaybettirmekten başka bir sonucu muhtemelen olmayacaktır. Devlet dilinin —son zamanlarda azalmış olmakla birlikte— “doğu ve güneydoğu bölgelerindeki fakirlik” sebebiyle “ayrılıkçı terör”e destek verildiği iddiası da, sorunun temelde siyasi olan mahiyetini görmezden gelmenin sonucu olarak ortaya çıkan bir tutumdur. Nitekim, ODTÜ’den iktisatçı Pınar Derin Güre güneydoğu bölgesindeki durumu VAR (vektör otoregresyon) metodolojisi ile analiz etmiş ve ekonomik şartlarla PKK’ya verilen destek arasında nedensellik bağlantısı olmadığı sonucuna ulaşmıştır. (192) Türkiye’deki güç paylaşımına büyük ölçüde kapalı ve güç temerküzünü esas alan siyaset anlayışının sistemik belirsizlikleri arttırarak politik ve ekonomik öngörülebilirliğe darbe vurduğunu baştaki bölümlerde vurgulamaya çalışmıştım. Kürt sorununa yaklaşımda kendisini gösteren tutum, esasında Türkiye’deki genel siyasi çatışmalardan bağımsız değildir. Resmi veya sivil karar alıcıların epey bir kısmında var olan otoriter ve patrimonyal refleksler Türkiye’yi pragmatik ve rasyonel esneklikten uzaklaştırarak kırılganlaştırmakta, bu durum da sonuçta sorunların çözümsüz kalmasına veya çözüm maliyetlerinin yükselmesine yol açmaktadır. Gelinen nokta itibariyle Türkiye’de çatışmacı siyasetin marjinal getirisi pek çok alanda negatife dönmüş durumdadır; çatışmadan beklenen menfaat temin olunamadığı gibi olağanüstü büyüklükte ekstra maliyetler oluşmaktadır. Türkiye sorunlarını çözebilmek için rasyonelleşmek ve pragmatik bir esneklik kazanmak zorundadır. Klasik sağ/sol, laik/dindar, Türk/Kürt paradigmalarıyla Türkiye’nin bu kilitlenmeyi aşabilmesi pek mümkün gözükmemektedir.
Mevcut parçalanmışlık halinden çıkılmasında “mağdur vatandaşlar bütünü”nden “eşit vatandaşlar toplumu”na evrilmek önemli bir basamak olacaktır. “Eşit vatandaşlar toplumu” olabilmek için de toplumdaki herkesin diğer vatandaşlarla hukuken, siyaseten ve ahlaken eşit olduğunu kabul etmesi şarttır. Medeni/demokratik vatandaşlık hak ve tercihlerinin pratikte yasal/anayasal güvencelerden mahrum olması ve bu hakları koruyacak objektif demokratik mekanizmaların eksikliği, toplumda yaygın olan “mağduriyet” duygusunun temel sebebidir. Bu algı toplumu cemaatlere ayırarak her bir cemaati veya zümreyi marjinalleştirmekte ve toplumsal uyumu zora sokmaktadır. Bu ayrışma konjonktür etkisiyle veya siyasetçilerce köpürtülerek zaman zaman iyice çığırından çıkmakta ve sonuçları itibariyle toplumsal kutuplaşmayı ve marjinalleşmeyi güçlendirmektedir. İdeolojik kamplaşmalar, resmi “makbul vatandaş” tanımına uymayan vatandaşların dışlanması, sekter siyaset anlayışının yaygınlığı, devlet-vatandaş ilişkilerinde bireyi/vatandaşı değil de devleti üstte gören politik tutumlar, ideolojik bakışların sistemi domine etmesi, yargının siyasallaşması gibi faktörler Türkiye’deki total belirsizliği arttıran ve dolaylı olarak ekonomik gelişmeyi sınırlandırarak Türkiye’yi fakirleştiren faktörlerdir. Kürt meselesi ve PKK şiddeti —çok karmaşık ilişki ve faktörlerin varlığına rağmen— özünde bütün bu süreçlerin bir yan ürünü ve Türkiye’deki sorunların her açıdan en yakıcısıdır. Toplumsal ayrışma ve fikri zıtlaşmaların güçlü olduğu bir ülkede rijit ideolojik tutumlar veya rövanşist hırslar ancak sorunların kemikleşmesine ve kalıcılaşmasına yol açar. Sorunların çözülmesi rasyonel/akılcı politika tercihleriyle ve pragmatik bir esneklikle mümkün olabilecektir. Tarafların bu olgunlukta buluşamaması durumunda çatışmacı siyaset anlayışı ve özellikle Kürt meselesi eksenli silahlı çatışmalar Türkiye’ye yüksek beşeri ve maddi bedeller ödetmeye devam edecektir.