Bitmeyen Rekabet: Maruf ve Münker – 2

Arzularını İlahlaştıranlara, sadece geçmişte değil günümüz dünyasında da sıkça rastlanıyor. Hatta çeşitliliği çok artmış olan güçlerden birini ele geçirdiği için bir tür ilahlık taslayanların ve bağlılarının sayısı büyük artış göstermiş bulunuyor. İnsanın zaaflarını, çaresizliğini, güçsüzlüğünü; en önemlisi, ölümlü olduğunu göz ardı ederek kutsal bir kimliğe bürünmek ve tanrılaşmak için çabalayanlar azımsanmayacak kadar çoktur.

Din istismarının ürünü kutsalları silme iddiasıyla ortaya çıkan modernite, yeryüzüne egemen olunca, adeta pagan inanışın tanrılarını andıran kendi kutsallarını üretmeye başladı. Şarap ve eğlence tanrısı Dionisos, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit,  Bakirelik ve ay tanrıçası Artemis,  Bilgelik ve Savaş tanrısı Athena gibi güçlü arzuların sembolü olan bu mitoloji tanrıları modernite ile birlikte sanki ruhgöçü (tenasüh) ile dirilip tahtlarına kuruldular: Futbol takımları ve futbolcular, Müzik İlahı olarak nitelenen şarkıcılar, Yazarlar, Politikacılar, Ulusal idoller, Büyük sermaye sahipleri, Mafya liderleri bunlardan bazılarıdır. Akılcılık, Pozitivizm, Hümanizm, İlerleme, Kalkınma, Tüketim, Zenginlik, Haz, Irk ve Devlet, Bilim, Teknoloji ve benzerleri de aynı zihnin çağdaş sürümü tarafından kutsal sayıldı.

Gerçekte kadim gelenekle modern aklın ürettikleri arasında değişen çok şey olmadığı anlaşıldı. Şekil ve form değişikliği ile tarih tekerrür ediyordu. Yani, arzuların güdümündeki aklın kaynaklık ettiği çok tanrılı inanç sistemi her dönemde olduğu gibi günümüzde de yaşıyordu.

Eşitliği esas alan İslam’a rağmen Müslümanlar arasında da benzer eğilimler baş gösterdi. Sınıflı toplumlardakinin benzeri bir din adamları sınıfının oluşması konuyla ilgili en çarpıcı örneklerden biridir. Hâlbuki bizzat Kuran; geçmiş toplumlarda dinin tahrifine kadar varan bu uygulamanın yol açtığı risk ve tehlikelerden söz ederek Müslümanların dikkatini çekiyor. Bununla; aynı yanlışa diğerleri gibi son ümmetin de düşme ihtimaline karşı Müslümanları uyanık davranmaya çağırıyor.

Müslüman olduğu halde İslam’ı arzularına hizmet aracı haline getiren ve Müslüman toplumlarda geniş kitleleri kontrol eden bir takım gruplar bilerek veya bilmeyerek bu kötülüğe (münker) hizmet ediyorlar. Bidat ve hurafeleri öne çıkararak bir yandan tahrife zemin hazırlıyorlar. Diğer yandan, temel kaynaklardaki kimi hüküm ve tavsiyeleri zorlama yorumlarla kişisel otorite ve statülerine gerekçe haline getirerek “arzularını ilahlaştıranlar” arasındaki yerlerini güçlendiriyorlar.

Kuran şöyle dikkat çekiyor:

“Kendi arzularını ilah edineni gördün mü? Onun yerini sen mi üzerine alacaksın”. “Hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan ayrı rabler edindiler…”.  “Ey iman edenler, (biliniz ki) hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını bâtıl/haksız yollarla yerler ve onları Allah’ın yolundan men ederler. Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara hemen acıklı bir azabı müjdele!” “…Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. Hakkı batıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin. (Ey bilginler!) Siz Kitabı okuyup gerçekleri bildiğiniz halde, insanlara iyiliği emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmayacak mısınız?” . “Allah, kendilerine Kitap verilenlerden, ‘Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz’ diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü!”[1]

İnanmayanlar doğrudan inkâr yolunu tuttukları halde bunlar inancı istismar aracı olarak kullanıyorlar. Dinin gücünü kişiselleştirip insanlar üzerinde tahakküm aracına dönüştürüyorlar. İnsanüstü güçleri varmış gibi davranıp insanları aldatıp etkileri altına alıyorlar. Böylece, güven telkin ettikleri kişilerin, hatta toplulukların akıl ve iradelerini kendilerine bağlayarak adeta onları köleleştiriyorlar.  Allah’a itaatin kendilerine itaatle mümkün olabileceğini ve kendilerinin aracılığı olmadan kişilerin doğruyu bilmeleri ve anlamalarının mümkün olmadığını ileri sürüyorlar.

Oysa İslam’ın kaynakları; kulların eşit olduğu, kimsenin kimseye üstünlüğünün olmadığını, hiçbir insana olağanüstü güçler verilmediğini, imtiyazlı sınıfların bulunmadığını açıkça ortaya koymuştur.

Dahası; bütün ibadetlerin ortak amacı, insanların eşitliğini öne çıkarmak ve hiç kimseye herhangi bir ayrıcalık tanınmadığını göstermektir. Peygamber, yönetici, âlim, cahil, zengin, yoksul, kimsesiz, evsiz, er, general, zenci, beyaz kim olursa olsun hepsi kuldur ve Allah, kulları arasında eşitsizliği reddetmiştir. Yaratıcının karşısında herkes aynı şekilde el bağlar, secde eder, aczini fark ederek ellerini açar ve yalvarır. Namaz, oruç, zekât ve haccın her biri kulluğun ve eşitliğin sembolüdür. Üstün olan hatası en az olandır.

Diğerlerine oranla eşitliği, insanların çok açık ve net biçimde anlayacağı görünürlükle öne çıkaran ibadet Hac ve Umredir. Zira bu görevi yerine getiren her insan tüm dünyevi güç, imkân ve statülerini bir yana bırakarak elbiselerini bile çıkarıp yalınayak, baş açık olarak beyaz bir örtüye bürünerek aczini, çaresizliğini, güçsüzlüğünü ve kimseden farklı olmadığını ortaya koyar ve aynı görüntüye sahip kitlenin bir parçası olur. Kefene benzeyen ihrama bürünerek bu gerçeği yaşar ki; haddini aşmasın, ölüme ve sonrasına hazırlıklı olsun. İyiliği emretmeyi, kötülüğü engellemeyi  rehber edinsin.

[1]   Furkan 34, Tevbe 31-34, Bakara 41-44, Ali İmran 187

 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir