Ahlaka Yaptırım Şart

Bireysel hayat ile siyaset, ekonomi, hukuk, eğitim, güvenlik, sosyal hayat gibi tüm toplumsal alanlar temelde bir ahlak anlayışına sahiptir. Bu nedenle, ahlak dışı bir alandan söz etmek mümkün değildir demek yanlış olmaz. Bununla birlikte; tarihin bütün dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de toplumun sapmalar nedeniyle siyasetin en temel ve yaygın sorunu ahlak olmuştur.

Bunun en önemli kanıtı, ahlaki erdemlerden taviz vermeyen yönetimlerin yaşayabildiğini gösteren az sayıda örneğe karşılık, ahlakı dikkate almayan yönetimlerin her devirde çoğunlukta olmasıdır. 

Az da olsa, Peygamberler ve onların izinde giden kimi erdemli insanlar ahlakın yansıması olan adaletli yönetimlerin yaşayabileceğini uygulayarak göstermiş olmaları şu gerçeği işaret etmektedir: İstendiği taktirde ahlak ve adaleti yaşatan bir siyaset ile zulüm ve istismar aracı haline gelmeyen bir yönetimin kurulması mümkündür. 

Ancak iddialı söylemlerine rağmen yönetimi ele geçirenlerin büyük çoğunluğu, arzularına yenilip güç zehirlenmesi yaşamakta, ahlak ve adaleti dışlamaktadırlar. Öyle ki, hiçbir din ve seküler sistemin bağlıları bu sürecin dışında kalabilmiş değildir. Büyüklenme, aşağılama, inançlarının arkasında durmama, yalan, iftira, aldatma, sözünde durmama, emanete ihanet, yolsuzluk, hilekarlık, iki yüzlülük, tarafgirlik, hak gaspı, güçsüzü ezme, güçlüyü kayırma, kamu imkanlarını kullanma, rüşvet ve benzerleri dinli-dinsiz tüm siyaset erbabının ortak tutum ve davranışları olarak karşımıza çıkmaktadır.

İktidar ve para, her inanç kesiminin ve her devrin bağımlılık yapan, iradeyi etkisizleştiren, muhakemeyi körelten ayartıcı gücü olagelmiştir. Bununla ilgili sayısız örnek sıralanabilir.

Unutulmaması gereken bir gerçek de şudur ki; ahlak ve adaleti yaşatanların yerini alanlar da bir süre sonra yozlaşarak çoğunluğa tabi olmuşlardır. Ne yazık ki; İslam dahil, bunun dışında kalabilmiş ne bir din ne bir dindışı sistem vardır.

Ümitsizliği besleyen ve büyüten bu sonuç, herkesi, kendiliğinden şu soruyla karşı karşıya getirmektedir: Sorunun aşılması mümkün müdür, ahlakın belirleyici olduğu bir sistem kurulup yaşatılabilir mi?

İnanç, vicdan, sosyal baskı, günah gibi manevi yaptırımlar yeterince caydırıcı olmadığından amaca ulaşmak için farklı bir çözüme şiddetle ihtiyaç, hatta zorunluluk bulunduğunda kuşku yoktur. 

Çözüm olarak, ahlak ihlalleri ile ilgili katı maddi cezalara başvurmaktan başka çözüm görünmemektedir. Bunu hayata geçirecek bir sistem kurmak ahlaki yozlaşmayı önemli ölçüde durdurabilir. Sözgelimi: Yalan söyleyenler, sözünde durmayanlar, güçsüzü ezip güçlüyü kayıranlar, zulmedenler, kamu imkanlarını kişisel amaçlarla kullananlar, tarafgirlik yapanlar, insanları aşağılayanlar, toplumu aldatmaya yönelik propaganda yapanlar ve benzeri ahlaki zaafları olanların görev ve yetki sahibi olmaları engellenmelidir. Siyaset ve yöneticilik yapmalarına izin verilmemelidir. İlh…

İslam, bu filleri işleyenlere yönelik birtakım yaptırımlara/cezalara zaten yer vermekte, daha doğrusu emretmektedir. Adam öldürme, zina, hırsızlık, içki içmek, namuslu kadına zina iftirası, yol kesme gibi fiillerin cezaları açıkça belirtilmiştir. Diğer suçlar için tanım ve ilkeler belirlenerek hapis, teşhir, sürgün gibi tazir cezaları öngörülmüştür. Kısaca ifade etmek gerekirse; İslam, ahlak dışı her türlü eylemi suç saymış ve bir ceza takdir etmiştir.

Ancak teoride yer alan söz konusu ceza sistemi; yeterli, adil ve eşit olarak işletilmediğinden sapmaların önüne geçilememiştir. Teorinin uygulamaya geçirilmemesinin etkisi son derece büyük olmuş, yozlaşma her yeri sarmıştır. Çok kritik olaylarda bile konu ihmal edildiğinden telafisi imkânsız sonuçlar ortaya çıkmıştır. 

Bunun için, İslam Tarihinde yüzyıllardır büyük yıkım ve travmalara neden olan Kerbela hadisesini hatırlamak konunun en yalın biçimde anlaşılması için tek başına yeterlidir. Bu hadisede; sistemin kendiliğinden harekete geçmesi ve en şiddetli tepkiyi vermesi gerekirdi, ama beklenen olmadı. Olayın failleri bir şey olmamış gibi toplumu zulümle yönetmeye devam ettiler. Failler cezalandırılmadı, görevlerine bile son verilemedi. Bu yetmezmiş gibi, hutbelerde makamını işgal ettikleri Peygamberin (as) ailesine lanet okuyacak kadar ileri gittiler. 

Kısacası; temelden sapmalara yol açan bu olay karşısında sistem adeta tıkandı ve gücünü kaybetti. İslam’ın; ehliyet, şura, adalet gibi temel yönetim ilkelerini çiğneyip zulme dayalı bir yönetim kuran Yezit, yeryüzünde bir daha adaleti sağlama imkanını neredeyse felç etti.

Yezit’ten sonra da onun kurduğu sistemi sürdürenlerin egemenliği hala devam ediyor. Sonu gelmez toplumsal çatışmalara neden olan yara hala kanıyor. 

Sonuç olarak, İslam tanınmaz halde! Ama teorisi olan Kitap sapasağlam duruyor ve Peygamberin örnek uygulamaları biliniyor. Bu iki kaynağın ürettiklerine inananlar sahip çıksa adalet hayat bulabilir.

 

Hits: 53

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir