Yaratılışın söz konusu olmadığını iler süren seküler düşünceye göre, başta insan olmak üzere, varlık için bir amaç söz konusu değildir. Zira ezeli olduğunu iddia ettiği varlık, maddenin sahip olduğu iç güç (devinim) ile çok uzun süreçler sonucu şekil kazanmıştır. Diğer türler gibi insan da böyle süreçlerden geçerek evrimleşerek biçim almıştır.
Genelde varlığın, özelde insanın varoluşunun amacından söz edilebilmesi için onu var eden bir otoritenin olması gerekir. Bir otorite yoksa bir amaçtan söz edilmesi anlamsız olur.
Buna karşılık; yaratıcıyı ve yaratılışı temel alan dini düşüncenin kaynakları, varlık ve bir parçası olan insanın belli bir amaçla yaratıldığını bildirmektedir. Kuran; varoluşun amacını “iyi işler yapmak”[1] olarak; çerçevesi ve kapsamını ise; “iyiliği emretmek kötülüğü önlemek” (emri bil maruf nehyi anil münker)[2] olarak ifade etmiştir.
Maruf; iyi, güzel, faydalı, hoşa giden, memnun olunan, vicdana, adalete ve örfe uygun olan gibi anlamlar içermektedir. Münker ise, marufun tersi olumsuzlukları ifade eden bir kavramdır: Kötü, çirkin, zararlı, rahatsız edici, haksızlık, zulüm vb…
İslam; evrensel olarak tüm toplum ve kültürler tarafından kabul gören ortak iyiyi maruf, ortak kötüyü münker olarak niteleyerek sahiplenir. Bu bağlamda; Allah’ın Elçisi, yaşadığı toplumun inançlarına aykırı olmayan bir takım olumlu söz ve davranışları reddetmemiş bilakis korunması için çabalamıştır. Örneğin; vahiyle muhatap olmadan önce Mekke’de kurulmuş olan Erdemliler Cemiyetine (Hılıf ıl Fudul) katılan Peygamber (as) daha sonra da hakkında olumlu görüş bildirerek, benzer çalışmaları övmüştür. İçinde yaşadığı Arap toplumunun yardımlaşma, dayanışma, cömertlik, cesaret, vefa, himaye gibi değerlerin yaşatılmasını tavsiye etmiştir.
İslam’ın, Müslüman olsun olmasın herkesin; can, mal, akıl, din ve ırzını güvence altına alması ortak iyiye (maruf) sahip çıktığının kapsamlı ve açık göstergesidir.
Müslümanlar için “iyiliği emretmek kötülüğü önlemek” ilkesinin gerektirdiği şekilde davranmak uyulması zorunlu ve öncelikli farzlardandır. Nitekim “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin” hadisi konuyu net biçimde özetlemektedir.
Bu açık emir, Müslümanlara; bireysel, toplumsal ve küresel ölçekte sorumluluklar yüklemektedir. Kişi, öncelikle, kendi nefsini muhatap alarak iyiye yönelişini sürekli hale getirmek ve kötülükleri önce zihninde, sonra eylemlerinde mahkûm etmekle yükümlüdür. Zira Kur’an, bu kişilerden iyiliği emreden kötülüğü engelleyen bir topluluk oluşturmalarını istemektedir. Elbette başkalarına iyiliği emredip kendi nefislerini bunun dışında tutarak çelişkili, samimiyetsiz ve inandırıcı olmayan bir tutum sergilememelidirler. Geçmişte ve günümüzde, söylediklerini yapmayıp hayatına yansıtmayanlar gibi ikiyüzlü davranmamalıdırlar. “Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz, hem de ilahî kelâmı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Yapmadığınız şeyi söylemeniz, Allah nazarında gerçekten pek ağır bir suç, çok çirkin bir davranıştır!”[3]
İslam’ı yozlaştırıp tahrif edenler, çıkarına alet edenler, ırkçılığa payanda yapanlar, üstünlük iddiasında bulunup saf zihinleri köleleştirenler, haksızlık ve zulmü meşrulaştıranlar, düşmanlıkları tahrik edip besleyenler ve daha sayılabilecek pek çok kötülüğü yayanlar, sureti haktan görünen bu güruhtan başkası değildir.
Sorunları asgariye indirme imkân ve kapasitesine sahip tek seçenek olan İslam’ı yozlaştırarak insanlığı çözümsüzlüğe mahkûm eden bu kesimlerin işledikleri cürümler kıyas kabul etmez büyüklüktedir.
İyiliği emretme kötülüğü önleme, Allah tarafından insanlara yol göstermek üzere gönderilen Peygamberlerin temel görevidir. Tarih boyunca güç sahiplerinin egemenliğine karşı örgütlü mücadeleyi yürütenler vahiy ile beslenen Peygamberler olmuştur. Kurulu düzenin zulmü yüceltmesine karşı, değişimin öncülüğünü onlar üstlenmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında, her dönemde adaletin egemenliğini amaçlayan toplumsal muhalefetin öncüsü ve temsilcisi oldukları görülmektedir.
Kitap ve Peygamber, iki gruba sürekli muhalefet edilmesi gerektiği üzerinde ısrarla durmaktadır. Birincisi; Müslüman kimliğini taşıdığı halde, İslam’ı çıkarına alet ederek içeriden yozlaştırma, ekseninden koparma, bütünlüğünü bozma çabası içinde olanlar, nefsine uyarak arzularını ilahlaştıranlardır. “Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyenler ve bunu az bir kazanç karşılığı değiştirenlere gelince, onlar karınlarını ateşle doldururlar. Kıyamet günü Allah onlara ne değer verecek ne konuşacak, ne de günahlarından arındıracaktır. Şiddetli azap onları beklemektedir.”
[1] Mülk 2
[2] Ali İmran 104
[3] Bakara 44, Saff 3