Merkeziyetçilik, Yerinden Yönetim ve Adalet
Yerel Yönetimler sadece belediyeciliğe ve şehirlerin altyapı sorunlarının çözümüne indirgenecek tek yönlü bir konu olmanın çok ötesinde genel sistemin karakterini belirleyen ve yönetimin işleyişinde son derece etkili olan mekanizmalardır. Devlet sisteminin dinamik, etkin, hızlı, sonuç alıcı ve sorun çözücü yeteneğe sahip olması büyük ölçüde yerel yönetimlerin işlevsel olmasına bağlıdır. Toplumun katılımını ve denetleyiciliğini gerektiği gibi yerine getirmesi de bu sayede mümkün hale gelir.
Bunun için, Ülkenin geçirdiği tecrübeler, içinde bulunduğu durum, bağlı olduğu referanslar ve dünyadaki gelişmeler dikkatle değerlendirilerek, konuyla ilgili bir gelecek perspektifi ve yol haritası oluşturulmalıdır.
Bu amaçla bir takım değerlendirmelere ihtiyaç vardır:
Gücü tek elde toplayarak toplumu tepeden şekillendiren ırk temelli dindışı ideolojiye dayalı Modern devlet, sanılanın aksine, katı merkeziyetçi bir tutumu benimsediğinden, yerel yönetimlerin gelişip güçlenmesinden yana değildir. Bunun için yakın tarihte etkin bir rol üstlenen Yeni Osmanlılar ve Jön Türklerin hareket tarzına ve yaptıklarına konunun anlaşılmasını sağlayan bir örnek olarak bakılabilir. Modern devlet yanlısı olan bu guruplar tabi oldukları Batılı sömürgecilerin yönlendirmesiyle, Osmanlı’nın adem-i merkeziyetçi yönetiminin yerine, katı merkeziyetçi yönetim biçimini geçirmek için çok çabaladılar. Sonunda, ümmete, telafisi imkânsız ve çok ağır bedeller ödeten hedeflerine ulaştılar. Osmanlı’nın, Batı tipi modern devletin merkeziyetçi anlayışını benimsemesini sağladılar.
İslam Ümmetini temsil eden Osmanlının yıkılması için çeşitli yollara başvuran Batı adı geçen işbirlikçiler eliyle yürüttüğü süreç ilgili kısaca şunlar ifade edilebilir:
Batı’nın önerileri doğrultusunda hareket edenlerin çabalarıyla önce yerel yönetimlerin güç kaybına yol açacak biçimde budanan yetkileri merkeze devredildi. Bundan dolayı, işleyişte başlayan tıkanıklık ve yetki kargaşası yerel yönetimler ile merkez arasında çatışmaya varan uyuşmazlıkların baş göstermesine neden oldu. Böylece giderek derinleşen ve çözülemeyen uyuşmazlıklar ayrılık fikrini canlandırdı. Batı’nın öteden beri yaydığı ve tahrik aracı olarak kullandığı ırkçı, ayrılıkçı fikirlere ek olarak askeri destek de verince, yerel hükumetler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Kurulanların tamamı, Batı’nın istediği gibi modern ulus devlet olarak örgütlendi.
Güçlü bir planlamanın eseri olan bu operasyonun, Batı’nın küresel hegemonya arzusunu gerçekleştirmeye yarayan sonuçları oldu. Yirmi dört milyon kilometre kareye hükmeden Osmanlı devleti, varlığını ve sistemini sürdüremeyecek hale getirildi. Toprakları üzerindeki yerel yönetimler, elliyi aşkın sömürge devlete dönüştürüldü. İslam’a ait kurum, kuruluş ne varsa hepsine el konuldu. İslam kültür ve medeniyetinin izlerini silmeye yönelik bir süreç başlatıldı. Yönetim ve siyasetle olan ilişkisini fiilen koparmak suretiyle İslam’ı hayatın dışına itmek için yoğun bir çaba içine girdiler.
Böylece; Hz. Peygamberin (as) Medine’de kurduğu ve on dört yüzyıl boyunca çeşitli adlar altında varlığını sürdüren İslam devletleri tarih sahnesindeki yerini tümüyle kaybetti.
Önündeki son engeli de aşmaya yönelik planlarını ustalıkla hayata geçiren Batı, küresel sömürge imparatorluğunun egemenliğini sınırlayan son engeli de tasfiye etmiş oldu.
Aynı projenin devamı niteliğindeki son derece önemli hamlelerinde biri de, elde kalan merkezi toprakların bir kez daha bölünmesi ve Osmanlı’nın tamamen tasfiyesi ile ilgili oldu. Paylaşım Savaşı sonunda, Osmanlı Devletinin elinde Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar kalmıştı. Ancak gözü dönmüş Batılılar, buna izin vermeyeceklerini çeşitli müdahale ve işgal hareketleriyle gösterdiler. Bunun üzerine; başkenti dahi işgal altında olan Osmanlı, kalan toprakları için Anadolu’da yeniden savaşa girdi. Galibiyetle sonlandığı bilinen savaşa rağmen Lozan’da Osmanlı’nın varlığına son verildi ve yerine Türkiye adıyla yeni bir ulus devletin kurulması kararlaştırıldı. Batı Trakya ve Ege Adaları Yunanistan’a, Batum Gürcistan’a, güneyde Kürt nüfusun yaşadığı stratejik toprakların bir kısmı da yeni kurulan Suriye ve Irak’a terk edildi.
Daha önce İran ve Osmanlı arasında ikiye bölünmüş olan Kürdistan bu kez İran’la birlikte yeni kurulan Türkiye, Irak ve Suriye arasında dörde bölündü. Dört ülkede de ırkçılığı temel alan modern ulus devletler kurduruldu. Böylece Batı, hem Kürtlerin bir arada ve temel haklarına sahip olarak yaşamalarını engelledi, hem de dört ülkeyi devasa ve sürekli kanayacak bir sorunla karşı karşıya bıraktı. Bir ateş topuna dönüşen ve ufukta çözümü ile ilgili herhangi bir belirti bulunmayan yüz yıllık bu sorun, Kürtleri yakmaya devam ederken dört ülkeyi de Batı’nın kurduğu tezgâhta öğütüyor.
(devam edecek)
07.09.2018