Ortaçağ Fanatizmi
Tüm sistemler; çeşitli nedenlere bağlı olarak özgünlüğünü sürdürememekte ve biri diğerinden aktarmalar yaparak karma yapılara dönüşmektedirler. Dinler, seküler akıldan; seküler akıl da dinden etkilenmiş ve karşılıklı olarak bağımsızlıklarını önemli ölçüde yitirmişlerdir.
Felsefede eklektizm, senkretizm, sentez; dini literatürde tahrif, tağyir, tebdîl şirk gibi nitelemeler bu düşünce biçimini ifade etmek amacıyla üretilmiş kavramlardır. Bu yapıların temel özelliği, özünden koparak yozlaşmış bir şekil almış olmalarıdır. Bunda etkili olan dürtü; insanların doğasında bulunan olumsuz özelliklerin hasılası olan çıkarcı ve bencil davranış kalıbıdır. İlkesizliğe ve fırsatçılığa yol açan ve kaçınılmaz olarak yozlaşmayı besleyen bu davranış kalıbının felsefi arka planını “Sonuca giden her yol meşrudur” prensibini temel alan Makyavelizm ve Pragmatizm gibi; ahlakı değersiz ve anlamsız gören akımlar oluşturmuştur.
İnsanın kötülüğe ve olumsuzluklara karşı iradesini kullanarak direnmesini isteyen dinin tersine; seküler zihin, arzuların engellenmemesi gerektiği yaklaşımını esas almaktadır. Bu da insanın bencilleşerek; ölçü, kural, ilke ve ahlak tanımaz hale gelmesi sonucunu doğurmuştur. Ahlakı sacayağının temeli sayan din, devasa kitlelerden oluşan mensuplarına rağmen etkisini ve gücünü giderek yitirmiştir. Günümüz dünyasında iki buçuk (2,5) milyar Hristiyan, iki (2) milyar Müslüman, bir (1) milyar Hindu, beşyüz (500) milyon Budist ve diğer din mensuplarının toplamı insan soyunun yüzde doksanından daha fazladır.
Dinin vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunun kanıtı olan bunca inanç sahibine rağmen dini düşüncenin değil de dindışı, hatta din karşıtı denilebilecek seküler düşüncenin yeryüzüne egemen olması, akıl almaz bir çelişki ve zihinsel çarpıklığı ifade etmektedir. Hem bireysel hem toplumsal anlamda hastalıklı bir aklı işaret etmektedir. Daha açık ifade etmek gerekirse, neredeyse tüm toplumların ikiyüzlülüğe teslim olduğunun göstermektedir.
Ortaçağda, atbaşı giden ve birbirini besleyen dini fanatizm ile yozlaşma inanılmaz boyuta ulaşınca; dinin gerçeği kaybolmuş, amacından uzaklaşmış, çıkar ve istismar aracı haline getirilmiştir. Bu da insanlığın seküler çıkmaza sürüklenmesine yol açmıştır. Elbette bunun sorumlusu; her alanda egemen bir güç merkezine dönüşmüş olan kilise ve başındaki istismarcı din baronlarıdır.
Son tahlilde, fanatizmde tavan yapmış bir inanca dönüşen Hristiyanlığa bağlılık hızla sarsılmaya yüz tutmuş, dindışı yönelimler çekicilik kazanmış ve yaygınlaşmıştır.
Dinin ve aklın reddetmesine aldırmayan kilisenin ve din adamlarının egemenliğini sağlamaya yönelik ortaçağda öne çıkan birkaç uygulama konunun anlaşılmasına ışık tutacak niteliktedir:
Aforoz: Hıristiyanlıktan dönmek, başka bir mezhebe girmek, papaya saldırıda bulunmak, kutsallara karşı olmak, kilisenin mallarına el koymak, günah çıkarma esnasındaki sırları ifşa etmek, çocuk düşürmek gibi suçları işleyenlere uygulanan bir cezadır. Suçlular; Hristiyanlıktan atılır ve yaşama hakkı demek olan vaftiz hakkını, evliliğini, mal varlığını yitirir. Kilisenin tuttuğu doğum ve ölüm kayıtlarına erişmesine kullanmasına izin verilmez ve kimliksizleştirilir. Topluluk dışına atılır, hatta bir yönüyle insan sayılma hakkı bile elinden alınır.
Aforoz; Hıristiyanlığın telkin ettiği insanlık, merhamet, şefkat, iyilik ve güzellik esaslarının yerini; taassup, kin, nefret ve düşmanlığın alması olarak da tanımlanabilir. Allaha ait olmasına rağmen af ve ceza yetkilerini kullanma yetkisini kendinde gören din adamlarına her alanda taşımları mümkün olmayan devasa bir güç kazandırmıştır.
Engizisyon: Tek tanrılı dinin yayılmasını engellemek için Hıristiyanları cezalandırmak amacıyla Roma tarafından kurulmuş, daha sonra Papalık tarafından kilisenin kullanımına aktarılmış bir yargılama mekanizmasıdır. Roma’da İmparator adına yapılan yargılama, Hristiyanlıkta en üst otorite olan Papa adına yapılır oldu. Katolik inancına aykırı davrananları ya da başkaldıranları, şeytana tapanları, büyücüleri, zina edenleri, bilim adamlarını, Yahudileri ve Müslümanları cezalandırmak için kullanılmıştır. Sorgu, hapis, kazıkta oturtarak yakma, başı suya sokarak boğma, testere işkencesi, çivili sandalyeler, kızgın kerpetenler, parmakları sıkıştıran mengeneler ve ölüm askıları başvurulan işkencelerden bazılarıdır.
Engizisyonun en insanlık dışı uygulamasının özellikle İspanya’da Yahudi ve Müslümanlara yönelik olarak gerçekleştirildiğini önemli kaynaklar bildirmektedir. İki grup da önce işkence altında Hıristiyanlığı kabul etmeye zorlandılar, kabul etmediklerinde ise, ölüme mahkum edildiler.
Yüzyıl savaşları boyunca İngiltere’ye karşı ülkesi Fransa’yı destekleyen Jeanne d Arc da aynı akıbete uğratılmıştır. Yenilgiyi kabul etmeyen İngilizler tarafından büyücü olduğu iddia edilerek engizisyon mahkemesine verilmiş, aylar süren yargı sürecinin ardından on dokuz yaşındayken kazığa bağlanıp yakılmıştır.
Güneşi merkez kabul ederek dünyanın yuvarlak olduğu görüşü savunanlardan dönemin bilim adamı Giordano Bruno‘nun kazığa bağlanıp yakılması en dikkat çeken uygulamalardan biridir. Bunun üzerine, aynı görüşü paylaşan Galileo mahkeme tarafından ölümle tehdit edildiği için bu görüşünden vazgeçtiğini ifade etmek zorunda bırakılmıştı.
Endüljans: Ortaçağda Hıristiyanlar arasında pişmanlık ve tövbe amacıyla günah çıkaranların ölümden sonra cennete gitmesini sağlayacak olan ve Papa tarafından satılan af/kefaret belgesidir. Mesih adına affetme gücünün kiliseye devredildiği iddiasına dayanır. Halk arasında kilisenin para karşılığı cennetten arsa sattığı şeklinde ün kazanmış bir uygulamadır.
Din istismarının zirveye ulaştığını gösteren bu uygulamalar, din karşıtı düşüncenin zemin bulmasını sağlarken insanlığın her devirde şiddetle ihtiyaç duyduğu dini düşüncenin değer ve anlam kaybına uğramasına yol açmıştır. Oysa ilahi dinlerin temel prensibine göre, mutlak adalet sahibi olan Allah’tan başka kimsenin günahları affetme yetkisi yoktur.