Hem bireylerin hem toplumun; zihinsel işleyişi, inançları, değerleri, dünya görüşü, ahlaki yapısı, ilişki biçimi, alışkanlıkları, hedefleri, beklentileri ve daha birçok özelliğine bakan herkes bunu görebilir.
İnsanların dış görünüşünü oluşturan giyim, saç şekli, erkeklerin sakal tıraşı, kadınların yüz makyajı da dünyanın her yerinde adeta birbirinin kopyası haline gelmiş bulunuyor. İnanç, iklim ve üretim imkânları gibi gerekçelere dayalı olarak oluşan yerel kıyafetler; erkeklerde yerini pantolon, ceket, gömlek ve kravata bıraktı. Kadınlarda da Batılı modern giyim herkesin tercihi haline geldi.
Kültürleri dışa yansıtan mimari farklılıkları artık tarihi eserlerin dışında görmek mümkün değil. Farklı kadim medeniyet ve kültürel köklere sahip bütün toplumlar geleneksel yapı tarzlarını terk ettiler, modern zihnin ürettiği tek tip mekânlarda yaşıyorlar. Uzayıp giden dikey yapılar, tüketim mabetleri denilmeyi hak eden alışveriş merkezleri, eğlence yerleri, caddeleri, sokakları, levhaları, reklam panoları, otomobilleri ve parklarıyla dünyanın her yerinde şehirler de insanlar gibi birbirini andırır oldu.
Afrika’da, Asya’da, Amerika kıtasında, Avrupa’da; ya da İslam Dünyasında, Ortodoks Rusya’da, Taocu Çin’de, Budist Hindistan’da veya başka bir ülkedeki şehirlerin girişinde ilk göze çarpan aynı uluslararası markaların reklam levhalarıdır. Coca cola, McDonald’s, Samsung, İphone, Mercedes gibi reklam panolarıyla Roma’da, Londra’da, Paris’te, Newyork’ta da Mekke’de, Kudüs’te, Kahire’de, İstanbul’da, Havana’da, Cape Town’da, Bogota’da da karşılaşmak artık sıradanlaştı.
Diğer yandan; dünya toplumlarının yönetim ve diğer temel alanlarda uyguladıkları alt sistemler de tek tipleşmiş bulunuyor. Ulus devlet; demokratik olsun olmasın, günümüzün en yaygın, hatta tek devlet modeli olarak uygulanıyor. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkentinin olmasını temel şart gördüğü için bütün ülkeler bu esaslara uymuş bulunuyor.
Batı’nın kendi tarih, din, felsefe, kültür ve uygarlık değerlerine göre ürettiği anayasal düzen fikrini; tarihi, dini, kültürü farklı olan İslam Ülkeleri dâhil tüm toplumlar Batı’yla aynı değerlere sahipmiş gibi benimsemiş bulunuyorlar. Büyük ölçüde ortak ilkeler barındıran, bağlayıcılığı ve üstünlüğü tartışılmaz olan bir anayasaya sahip olmayan ülke artık kalmamış denilebilir.
Ülkelerin uyguladıkları hukuk, küresel sistemin varlığını ve dayatmalarını ortaya koyan temel göstergelerdendir.
Dünya ülkelerinin yarısı; özellikle eski İngiliz sömürgeleri, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail gibi ülkelerle birlikte yüzü aşkın ülke, “Ortak Hukuk” da denilen “Anglo-Sakson Hukuk” sistemini uygulamaktadır.
Bunların dışında kalan; Avrupa ülkelerinin çoğu, Türkiye, Çin, Japonya’nın aralarında yer aldığı doksanın üzerinde ülkeden oluşan diğer yarısı ise, Roma Hukukunu temel alan Kıta Avrupası Hukuk Sistemini uygulamaktadır.
Vatikan, İsrail, Suudi Arabistan ve İran gibi dine dayalı; Çin, Kore, Küba gibi komünist; Danimarka, İsveç ve Norveç gibi sosyal demokrat; Amerika, İngiltere, Fransa gibi kapitalist ülkeler ya da ırkçı rejimlerin tümü, Batı’nın iki seküler esaslı hukuk sisteminden birini uygulamaktadır.
En çarpıcı göstergelerden biri de kuşkusuz eğitimdir. Dünyanın hem sömüren hem sömürülen tüm ülkeleri, Batı’nın; aslında körelten, aptallaştıran, asimile eden, yozlaştıran modern eğitim sistemini uyguluyor. Dünyayı, küresel güçlerin isteğine göre şekillendirmekle görevli olan Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası gibi kuruluşlar; açlığa, hastalığa ve ölüme terk ettikleri yoksul ülkelere yardımdan kaçınırken, eğitime kaynak aktarmakta oldukça cömert davranıyorlar. Neden dersiniz?
Yeryüzündeki insanların aynı bakış açısına, dünya görüşüne, felsefeye, değerlere, kültüre, inanca ve davranış kalıplarına sahip olması başka türlü sağlanamaz da ondan!
Tereddütsüz belirtilenlerin dışında kalan tüm alanlarla ilgili benzer cümleler kurulabilir. Peki; sorunlar çözülüyor, küresel sömürü düzeni geriliyor, adalet güçleniyor, açlık ve yoksulluk sona eriyor, çatışmalar ve savaşlar azaldı denilebilir mi?