WAEL B. HALLAQ, İMKÂNSIZ DEVLET: Modern Çağda Bir İslam Devleti Niçin Mümkün Değildir?

KONUYLA İLGİLENENLERİN MUTLAKA OKUMASI GEREKEN BİR KİTAP

TANITIM YAZISI

WAEL B. HALLAQ, İMKÂNSIZ DEVLET: MODERN ÇAĞDA BİR İSLAM DEVLETİ NİÇİN
MÜMKÜN DEĞİLDİR? ÇEV. AZİZ HİKMET, İSTANBUL – BABİL KİTAP 2019
Muammer İSKENDEROĞLU•

DİN & FELSEFE ARAŞTIRMALARI
• Prof. Dr. | https://orcid.org/0000-0003-1857-9826
143
WAEL B. HALLAQ, İMKÂNSIZ DEVLET: MODERN ÇAĞDA BİR İSLAM DEVLETİ NİÇİN
MÜMKÜN DEĞİLDİR? ÇEV. AZİZ HİKMET, İSTANBUL – BABİL KİTAP 2019
Muammer İSKENDEROĞLU•
Devletin mahiyeti, ideal bir devletin nitelikleri ve bu devletin fiiliyatta karşılığının olup
olmadığı meselesi hem felsefi düşünce tarihinin hem de dinin hâkim olduğu çağlarda dini düşüncenin
felsefi düşünceyle etkileşimi neticesinde farklı dini geleneklerin değişmez gündem maddesi
olagelmiş ve bu bağlamda değişik teoriler geliştirilmiştir. Modern dönemle birlikte modern devlet
teorisinin ortaya çıkması ve bu teorinin hemen her dini gelenekte fiiliyata hükmetmesi, dini
düşünceyi genellikle savunma ve büyük ölçüde de modern devlet teorisini din adına meşrulaştırma
sürecine sokmuştur. Buna karşın modern devlet teorisi hem farklı gelenek mensupları hem de
bağımsız akademisyenler tarafından ciddi eleştiriye tabi tutulmakta ve dini geleneğin modern çağda
tekrar etkinlik kazanmasının imkânı tartışılmaktadır. Hallaq’ın The Impossible State: Islam, Politics,
and Modernity’s Moral Predicament adlı eseri her ne kadar çevirmen tarafından yukarıdaki başlıktaki
gibi çevrilmişse de modern devlet kavramının iç tutarsızlığını ve İslam ile uyuşmazlığını vurguluyor
ve İslami devletin yeniden inşasında şeriatın rolü üzerine değerlendirmelerde bulunuyor.
Hallaq’ın ‘politika ve hukuka dair bir yorum girişiminden ziyade, ahlaki düşünce üzerine bir
deneme’ (s. 17) olarak nitelendirdiği eseri yedi bölümden oluşuyor. İlk bölümde yazar “Modern
İslami devlet inkânsız, hatta sözcük anlamıyla çelişkilidir” iddiasına açıklık getirmek amacıyla
Müslümanların geçmişte nasıl bir yönetim sergilediklerine ve günümüzde nasıl bir yönetim
benimsediklerine kısa bir giriş yapıyor. Bu bağlamda yazar öncelikle paradigma kavramının
çerçevesini çizerek klasik İslami yönetim paradigmasına bir giriş yapıyor ve bunun tanımlayıcı
simgesinin şeriat olduğunu ifade ediyor.
İkinci bölümde Hallaq modern devlet paradigmasının çerçevesini çiziyor. Ona göre modern
devletin beş temel özelliği vardır: 1) Kendine özgü, yerel bir tarihsel deneyimdir. Yani modern devlet
tamamen Avrupa kökenli politik ve kültürel düzenlemenin ürünüdür. Bu bağlamda Aydınlanma yeni
politik kültürel düzeni hem üretmiş hem de ona gerekli ideolojik meşruiyeti sağlamıştır. 2) Kendine
has egemenlik ve metafizik anlayışı vardır. Modern devlet ulus devlet tarafından temsil edilen irade
ve o iradenin yansıması olan yasalara dayanır. Burada en yüksek amaç devlettir ve yurttaş onun için
feda edilebilir. 3) Yasama ve buna bağlı olarak meşru şiddet üzerinde tekele sahiptir. Modern
devlette egemenliğin en paradigmatik tecellisi yasamadır. Egemen irade tarafından oluşturulan
yasanın uygulanması da o iradenin gerçekleşmesi demektir. Bu uygulamada şiddetin biçimi ve
sınırlarını sadece devlet çizer. 4) Bürokratik bir çarkı vardır. Modern devlette bürokrasi yönetimin
aracıdır. 5) Sosyal düzene hâkimdir. Bu bağlamda modern devlet sadece toplumu organize etmez,
aynı zamanda onun kültürüne hâkim olur ve onu yönlendirir. Hallaq’a göre birbiriyle irtibatlı bu beş
özellik olmadan modern devletten bahsedilemez ve bunların birinde oluşacak değişiklik diğerlerini
de etkiler. Bu durum modern devlet ile İslami yönetimin uyuşmazlığının ipuçlarını verir. Yazar bu
bölümde kısmi atıflar yaptığı bu uyuşmazlıkları sonraki bölümlerde daha geniş bir şekilde ele alıyor.
Modern devlet denince akla ilk gelen husus hiç şüphesiz kuvvetler ayrılığıdır. Hallaq üçüncü
bölümde kuvvetler ayrılığı meselesini teferruatlı bir şekilde anlatmak yerine ana tezine temel teşkil
etmesi için kuvvetler ayrılığının doğurduğu yapısal problemler açısından ele alıyor ve bu nedenle de
Batılı olmayan toplumların bu teoriye itirazlarının haklı gerekçelerini sunuyor. Teoriye dair yapılan
tartışmalar sonucunda ‘Kuvvetler ayrılığı kavramı “çok çetrefilli”, “birçok istisna ile delik deşik
edilmiş” ve “bariz zorluklarla”, “belirsizlik ve tutarsızlıklarla” malul görülmüştür.’ (s. 82). Kuvvetler
ayrılığına dair tartışmaları ana hatlarıyla ve belli örnekler üzerinden sunduktan sonra Hallaq ilk
bölümde özetle ele aldığı İslami yönetim paradigmasına dönüyor ve şöyle diyor: “İslami yönetim
(bugün “devlet” dediğimiz şeye paralel olmakla birlikte) modern devleti oluşturanlardan hayli farklı
yasal, politik, sosyal ve metafizik temellere dayanır.” (s. 96). Bu yönetimde ulusun yerinde ümmet,
ulus iradesinin egemenliğinin yerinde Tanrısal egemenlik, ulus adına yasamanın yerinde de şeriat
vardır. Bu yönetimde yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin tabii ayrılığından söz etmek
mümkündür. Yazar, şeriatın modern hukuktan çok daha ileri bir hukukun üstünlüğü fikrini
barındırdığını savunuyor: “Modern olan, gördüğümüz -ve ileri bölümlerde görmeye devam
edeceğimiz üzere- kendi devamlılığı ve çıkarları için çalışan devletin egemenliğini ve gücünü temsil
ediyor. Tam tersine, şeriat bir yöneticiye ya da herhangi bir politik güç biçimine hizmet etmedi –
çünkü o şekilde tasarlanmadı-. Halka, kitlelere, yoksullara, mazlumlara ve tüccarlara zorluk
çıkarmadan kervana katılanlara hizmet etti.” (s. 132).
Hallaq bir sonraki bölümde iki temel meseleyi ele alıyor: İlki modern Avrupa’da yükselen,
olan ile olması gereken arasındaki ayrımda temsil edilen ve yazarın “hukuki olanın yükselişi”; ikincisi
ise “politik olanın yükselişi” olarak bahsettiğidir. Hallaq her iki durumun da İslami yönetim
paradigmasıyla uyuşmaz olduğunu savunuyor. Yazara göre modern Batı düşüncesi Hristiyanlıktaki
olan ve olması gereken arasındaki organik bağlantıyı ortadan kaldırmıştır. Bu düşüncenin ürünü olan
modern hukuk da bu ayırım üzerine bina edilmiştir. Halbuki bu ayrışma herhangi bir İslami yönetim
biçiminde geçerli değildir. Ahlaki ile hukuki arasındaki ayrım şeriatta var olamaz. Hukuk devletinin
yükselişi politik olanın yükselişini de beraberinde getirmiştir. Hallaq’a göre burada politik olan her
şeyi kapsayan, her tarafa nüfuz eden, bütün alanlara, varoluşun kendisine sokulmuş bir fenomendir.
Politik olan devletin devamı için ferdin kendini feda etmesini gerektirir. Bu bağlamda yazar,
İslam’daki cihat ile modern devletin vatandaşından beklediği kendini feda kavramı arasında bir ayrım
yapıyor. Ona göre, İslam zorunlu askere çağırmayı tanımaz. Cihada katılma tercihe bağlı olup ancak
katılım kararı verdikten sonra kişi savaşmakla yükümlüdür ve bu savaş yüce ahlaki bir amaç içindir.
Modern devlet vatandaştan hayatını devlet için feda etmeyi talep ederken vatandaş bunu yapacak
herhangi bir ahlaki temel bulamaz.
Hallaq beşinci bölümde modern devletin politik öznesi ile İslami yönetimin ahlaki benliği
arasındaki uyuşmazlığı ele alıyor. Ona göre geleneksel toplumlar birbirinden oldukça farklıydılar.
Modern devlet farklılıkları ortadan kaldırıp disiplin ve düzene dayalı kendine has vatandaş üretmiştir.
Avrupa’daki devlet disiplini güçlü monarşilerin yükselişiyle irtibatlıdır. Endüstri Devrimi’ne giden
süreçte artan şehir nüfusu, sosyal ve ekonomik dengesizlikler devletin organize personelle en ücra
noktalara kadar denetimini artırmasına neden olmuştur. Eğitimin aile ve kiliseden alınıp modern
devlet okullarına verilmesi vatandaşı yeni düzene uyumlu yetiştirmeye yönelikti. Bu bağlamda
modern eğitim, sağlık ve hapishane sistemi, her biri belli bir işlev gören, modern düzenin birbiriyle
irtibatlı çarkları olarak ortaya çıkmıştı. Bu kurumlar sayesinde modern devlet yetiştirdiği tebaasını
kendi amacına hizmet için bir araç olarak kullanabilirdi. Hallaq’a göre modern devlet uzun zaman
içinde oluşan geleneksel toplumlar gibi organik bir toplum olamamış hatta onun karşıtı olmuştur. Bu
bağlamda modern devletin İslami yönetimle de hiçbir ortak yanı yoktur. Örnek olarak, İslami
yönetim modern devletin polis ve hapishane sistemi ile ortaya konan ölçekte bir gözetimi tanımaz.
Her ne kadar İslam dünyasında yöneticiler eğitim kurumları açmışsa da, orada neyin nasıl
öğretileceğine bir etkileri olmamıştı. İslami yönetim modern devletin yarattığı tebaadan tamamen
farklı, şer’i temelli bir tebaa üretmiştir. Bu yönetimde kişinin kendini gözetmesi fikri esastır. Hukuk
ve ahlakın bir arada olması nedeniyle şeriat temelli tebaada kişinin neden ahlaklı davranması
gerektiği meselesi değil, nasıl kendini ahlaki bir varlık olarak biçimlendireceği meselesi gündem
maddesiydi. Şeriatın ibadet ve muamelatla ilgili hususları ahlaki bir insan üretme amacı güdüyordu,
bu nedenle de onun ürettiği tebaa modern devletin vatandaşının antitezidir.
İslami yönetimin inşa etmeye çalıştığı ahlaki insan küreselleşmiş bir dünyada nasıl
yaşayacaktır? Hallaq eserinin altıncı bölümünde bu sorunu ele alıyor. Modern dönemde İslami bir
yönetim kurulduğu varsayılsa bile, bu yönetimin uluslararası düzene sahip ve gittikçe küreselleşen
ekonomik, politik ve kültürel güç ilişkisinin egemenliği altındaki ulus devletler topluluğuna dâhil
olmak zorundadır. Küreselleşme her ne kadar modern ulus devletin ekonomik, politik ve kültürel
kontrol gücünü zayıflatsa da, o küresel kurumların dayandıkları düzenleyici bir güç olmaya devam
ediyor. Hallaq’a göre küreselleşme ile modern devlet arasında belli oranda sürtüşme ile işbirliği ile
gelişen süreç modern devletin İslami yönetimle uyumsuzluğunu daha da artıracaktır. İslami bir
yönetim hem ulus devletle, hem de küresel dünya ile başa çıkmak zorundadır. Bu bağlamda Hallaq
İslam’ın ahlaki ekonomisini ele alıyor; bunun küresel liberal ekonomiden nasıl farklılaştığını açıklıyor
ve onunla nasıl mücadele edebileceğine dair değerlendirmelerde bulunuyor. Klasik dönemde İslam
dünyasında şer’i ahlaki değerlere dayalı bir medeniyet ve de ekonomik sistem kurulmuştur. Avrupalı
koloniciler İslam dünyasına geldiklerinde onların egemenliği önündeki en büyük engel bu ekonomik
sistemdi. Bu nedenle onlar ekonomik egemenliklerine ve politik yayılmalarına en büyük engel olan
şeriatı kökünden kazımada ısrarcı oldular. Çünkü ahlaki bir sistem olan şeriat, modern kapitalizmin
form ve değerleriyle uyuşmuyordu. Hallaq’a göre, İslami bir yönetim küresel kültürel yayılmacılıkla
da ciddi mücadele vermek zorundadır ve bu mücadelede her zaman ölümcül tehlikeye maruz
kalacaktır.
Hallaq eserinin son bölümünde önceki paragraflarda ele aldığı hususlarda modern devletle
İslami bir yönetimin neden uyuşmadıklarını özet bir şekilde tekrar sunuyor. Bu temel uyumsuzlukları
hatırlattıktan sonra çıkış yolunun ne olabileceğine dair değerlendirmeler yapıyor.
Hiç şüphesiz Hallaq’ın gerek modern devlet, gerekse İslami yönetim paradigması ile ilgili
temel ilke ve detay argümanlarının bir kısmı sorgulanabilir. Genel hatlarıyla eser, gümümüzde İslami
yönetim iddiasındaki örnekleri dikkate almadan, klasik İslam geleneğinden hareketle modern devlet
anlayışının çelişkilerine dikkat çekmesi ve bu anlayışın şeriatın vadettiklerinden çok daha azını
vadettiğini vurgulaması açısından kayda değerdir. Hallaq’ın burada dile getirdiği hususların her biri
üzerinde detaylı düşünüp müstakil çalışmalar yapmayı gerektiriyor. Bu açıdan yeni araştırmacılara
da değerli ipuçları veriyor.

 

 

Hits: 258

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir