Bizim Olmayan “Vatan” ve “Millet”
Modern düşüncenin; ulusçuluk(milliyetçilik/ırkçılık) harcıyla yoğurduğu ve şeklini belirlediği ulus devlet sistemini bütün dünyaya ihraç ettiğini/dayattığını biliyoruz. Açgözlülükle ve aşağılık duygusu içinde Batıya sarılan ve küçülme pahasına ulus devlet olmaya özenen Tanzimat aydınları işe zihinsel hazırlıkla başladılar. Değişim için zorunlu olan bu hazırlık aşamasında öncelikle yeni konsepte uygun kavramlar ürettiler ve aydınlar üzerinden topluma empoze ettiler.
O gün başlayan üretim tüketim süreci evrilerek günümüze kadar kesintisiz biçimde devam etti. Her alanda olduğu gibi siyasal alanda eskilerin yerine ikame edilen ilk kavramların başında “Vatan ve Millet” bulunmaktadır. Üzerinde ulus devlet inşa edilecek toprak parçasına Fransızların “Patrie”sine benzettikleri“Vatan” adını buldular. Üzerinde yaşayanları ifade eden “Nation=Ulus”kelimesinin karşılığı olarak da ilgisiz olmasına bakmaksızın “Millet”kelimesini geçirdiler.
Bu bağlamda İslam kaynaklarına batığımızda “Vatan ve Millet” yerine kullanılan kapsamı farklı başka kavramlar olduğunu görürüz.
Hem Müslümanların, hem Müslüman olmayanların üzerinde yaşadıkları yerler için çoğunlukla “Dâr” kavramı kullanılmıştır. “Dârül İslam”, “Dârül Harb” gibi… Bunun yanında; Mülk, Memalik i İslam, Memalik i Devleti Aliye (Osmanlılarda) ve benzeri adlandırmalara da rastlanmaktadır.
Öte yandan; “Vatan” kelimesinin Müslümanların siyasi literatüründe o zamana kadar yer almadığı biliniyor.
“Dâr”; bir ulusun/kavmin yaşadığı, sınırları çizilmiş bir alandan ibaret olan “Vatan”dan oldukça farklıdır. Çok daha geniş bir anlam ve çerçeveye sahiptir. Yeryüzünde bütün Müslümanların veya Müslüman olmayanların yaşadığı ucu açık ve pek çok ulusun/kavmin üstünde yaşadığı alanlar toplamıdır. Başka bir ifadeyle; birçok ülkenin bir araya gelmesiyle oluşan çok etnik aidiyeti içeren, hatta çok inançlı bir yapıdır.
Halkların birliği olarak düşünülen Ümmetin toprakları olarak da düşünülebilir.
Ulusların/kavimlerin yaşadığı yerler ise; bu geniş çerçeve içinde, genellikle o ulusun/kavmin adıyla anılan bölgesel veya kadim adlardır. Afganistan, Arabistan, Türkistan, Kürdistan, Hindistan, Bulgaristan, Yunanistan vb. Ya da Mısır, Lübnan, İran gibi…
Müslümanlar “Millet”i,Dinin eş anlamlısı olarak kullanıyorlardı. “Ulus” kavramına en yakın kelime aslında “Kavim” idi. Nedense, kafa karışıklığına yol açan böyle bir tercihte bulundular. Belki de yapılan, Dinin yerine ulusu geçirmeye yönelik bilinçli bir adımdı. Bununla, dindışılık ve ırkçılık gibi iki temel üzerine oturan ulusçuluk veya milliyetçiliği Din/İslam’la bağdaştırmanın yolunu açmak istiyorlardı.
Müslümanların düşünce sisteminde yer alması ve barınması mümkün olmayan “Vatan” ve ulus anlamındaki “Millet”; o günden beri Müslümanlar tarafından rezervsiz ve bilinçsizce kullanılıyor. Dualarda, vaazlarda, hutbelerde, yazılarda,kitaplarda ve dini içerikli toplantılarda sık sık bu kavramlara adeta kutsallık isnat edilerek yer veriliyor. Bilinçaltına öylesine yerleşti ki; dindışı düşüncenin bu mahsulleri Müslümanların temel kavramlarından sayılır oldu.
Çarpıtmanın bu boyuta varmış olması Müslümanlar tarafından ürküntü ve endişeyle karşılanmalıdır. Zira bu ve benzeri adımlar İslam’ın daha önceleri tarih içinde defalarca karşılaştığı tahrife giden yolu bir kez daha açmaktadır.
Yapılması gereken, İslam’ın temel referanslarının ışığında belirlenmiş kavramlardan hiçbir şartta vazgeçmemek ve ısrarla gündemde tutmaktır.
Bu örnekler, kavram kargaşasının nelere yol açtığını ve düşüncenin nasıl yozlaştığını göstermesi bakımından son derece ilginçtir. Eksen kayması, kimlik zedelenmesi ve savrulmaların oluşumu konusunda fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Temel paradigmasına aykırı bir düşüncenin İslam’a nasıl mal edildiğine böylelikle şahit oluyoruz.
Özgün düşünce ve sistemlerin ancak kendi kavramlarıyla var olabileceği, aksine uygulamaların telafisi imkânsız tahribatlara neden olduğunu tarihi gelişmeler ortaya koyuyor. Beşeri düşüncenin ürettiği kavramların hulul etmesiyle birçok kez Tevhid Dininin şirke dönüştüğünü tarihe bakarak ibretle ve dikkatle izlemek gerekir.
Tanzimat’la başlayan ve Cumhuriyetle tahkim edilerek resmi ideoloji haline getirilen Türk Milliyetçiliği ne yazık ki, Müslümanların zihni üzerinde kesin bir egemenlik kurmuş bulunmaktadır. O kadar ki; Türk Milliyetçiliği içermeyen bir İslam tasavvurunun olabileceğini imkan dışı görmektedirler.
Bu yetmezmiş gibi, son zamanlarda Muhafazakârlık kavramını Müslümanlığın yerine geçirmegayretinde belirgin bir artış olduğu gözleniyor. Yani, İslam’ın içine milliyetçiliğin yanında bir de Muhafazakârlık adıyla ne idüğü belirsiz, bir tür din soslu Kapitalizm monte edilmek isteniyor.
Yıllarca “Ne sağcıyım, ne solcuyum, Müslümanım, Müslümanım!” diye bağıranlar şimdi sinsice Muhafazakârlığı İslam’la özdeşleştirmeye alet oluyorlar. Yazımızı paylaşmak için aşağıdaki butonları kullanabilirsiniz: