SİYASETSİZ İSLAM / SİYASETSİZLEŞTİRİLEN İSLAM 3
Buna karşılık, İslam’ın birinci yüzyılında da benzer bir sürecin yaşandığı görülüyor. Peygamberin (as) vefatından yirmi beş yıl sonra halife olan Hz. Ali’ye (656-661) karşı yürüttüğü mücadele ile Muaviye’nin (661-680) yönetimi saltanata dönüştürmesi bozulmanın başlangıcıdır.
Bu dönemdeki siyasi çekişmeler; her biri farklı yorumlara göre hareket eden grupların meydana çıkmasını da tetikledi. Hz. Ali ve taraftarları, Peygamberin (as) kurduğu sistemi tavizsiz devam ettirmeyi hedefliyordu. Buna karşılık; Muaviye ve taraftarları, saltanatı, ‘Şura’ya dayalı sistemin yerine geçirerek İslam’da zamanla diğer alanları da etkileyecek olan siyasi sapmayı başlatmış oldular. O zaman başlatılan bu sapma hilafetin kaldırıldığı 1924 yılına kadar devam etti. Öyle ki; hiç bir dönemde İslam’ın temel yönetim ilkelerine uygun biçimde el değiştirmeyen halifelik, gücü eline geçirenler tarafından kullanılan ve saltanatı meşrulaştıran bir kurum olarak varlığını sürdürdü.
Tahrif açısından son derece etkili olan bir faktör de İsrailiyattır. Deyim olarak İsrailoğulları/Yahudilere ait demek olup İslamın kaynaklarında yer almadığı halde tahrif edilmiş Tevrat, İncil ve onlarla bağlantılı kaynaklardan aktarılan gerçeği yansıtmayan bilgilere verilen addır. Daha çok Müslümanlarla bir şekilde ilişkisi olan Yahudi bilginleri tarafından yayılan bu rivayetlerin amacı İslam’da tahrife yol açmaktır. İsrailiyat; sahabe döneminden itibaren Müslümanlar arasında çeşitli şekillerde etkili olmuş, özellikle tefsir ve hadis kaynaklarına sızmıştır.
İslam Tarihinde önemli ve etkili bir düşünce ekolü olan Mutezilenin dayandığı öncü fikirler de bu sırada şekillenmeye başladı. Hint ve Yunan felsefesinin etkisinde akıl ve iradenin vahyi aşacak ölçüde belirleyici bir konuma gelmesi Mutezilenin benimsediği temel yaklaşımdır. “Bu teolojik ekol, İslam’ın inanca ve ahlaka dair ilkelerini akli ve felsefi yöntemlere dayanarak ispat etmeye ve savunmaya çalışan bir düşünce sistemi olarak da tanınmıştır.” “Mu‘tezile’nin ortaya çıkışını iç âmiller yanında İran dinleri, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Yunan felsefesi gibi dış etkenlerle açıklayan ilim adamları da vardır.”
Emeviler döneminde (661-750), yani birinci yüzyılda başlayan tercümelerle birlikte İslam Dünyasında felsefi fikirlerin ilk etkilerinden söz etmek mümkündür. Abbasiler dönemi zaten felsefenin Müslümanlar arasında çok geliştiği bir dönemdir. O kadar ki; kaybolmaya yüz tutmuş bulunan Yunan Felsefesinin kaynakları Endülüs başta olmak üzere İslam Dünyasından Avrupa’ya intikal etmiştir.
Yüzyıllar süren Haçlı Seferleri ile Moğol İstilası gibi tarihte eşine rastlanmayacak ölçüde iki büyük saldırıyla da karşı karşıya kalan Müslüman Dünyada büyük travmalar yaşandı. Bu dönemlerde, kaçınılması mümkün olmayan karşılıklı etkileşimlerin de bir takım savrulmalara neden olduğuna ve Müslüman dünyanın dinamizmini olumsuz yönde etkilediğine kuşku yoktur. Zira İslam Dünyası bundan sonra başlayan duraklamanın önüne bir türlü geçemedi, statükoyu aşıp silkelenmeyi başaramadı. Özellikle son beş yüzyılda, giderek gücünü, daha da önemlisi, özgüvenini yitirdi. Öyle ki; Avrupa’nın on beşinci yüzyılda Hıristiyan kimliğinin iyice etkisizleşmesine paralel olarak girdiği seküler sürecin benzerini bu kez İslam Dünyası yaşadı.
Roller değişerek tarih bir kez daha tekerrür etti. Kilise fanatizmine karşı Batı’nın ayaklanıp seküler modern çağa geçişinde önemli ölçüde etkili olan Müslüman dünya, bu kez güçsüz ve etki altında kalan taraf oldu. Artık dinle ilişkisi adeta pamuk ipliğine bağlı ama seküler kimliği belirleyici olan Batı; güçlü ve etkili; Müslüman Dünya ise, zaaf içinde ve yeni bir kimlik arayışında idi.