Siyasetin Temel Sorunları 1

Siyasetin Temel Sorunları 1

 

Hemen her dönemde siyasetin en temel ve derin sorunu; doğrudan ya da din istismarı yoluyla dindışı/seküler düşüncenin egemenliği ve yönlendirmesi altında olmasıdır. Çünkü insanın doğuştan sahip olduğu olumsuz özellikleri, insan aklının eseri olan seküler sisteme adaleti sağlama imkânı vermemektedir. [1]

Konunun anlaşılması için tüm inanç ve düşünce biçimlerinin şu üç kategoriye bağlı olduğu her zaman hatırlanmalıdır:

  1. Dinî Düşünce: Tüm varlığın yaratıcısı Allah’tır, her türlü hüküm ve tasarruf ona aittir.
  2. Seküler/Dindışı Düşünce: Varlık ezelden beri vardır ve bir yaratıcı söz konusu değildir.
  3. Karma/Eklektik/Seçmeci düşünce: Hem din hem seküler düşünceden unsurlar taşıyan inanç.

Bu temel ayrım, her konu ve alanın şekil ve içeriğine derinlemesine nüfuz etmekte olduğundan insanın bireysel ve toplumsal hayatı ile ilgili tüm inanç, amaç, tercih ve beklentilerini de şekillendirmektedir. Dolayısıyla, din ile seküler düşüncenin temel ayrışma noktası dine, yani Allaha inanıp inanmamakta düğümlenmektedir 

Genellikle insanlık tarihi boyunca; yaygın, etkin ve belirleyici olan seküler düşünce, günümüz dünyasına da hem zihinsel hem fiziki anlamda egemen olan en büyük güç konumundadır. Doğal olarak, gücüyle mütenasip mekanizmaları devreye sokarak dünyayı yönetmektedir.

Özellikle; ritüel düzeyinde dindar olan Hristiyan, Yahudi, Zerdüşt, Budist, Hindu ve Müslümanlar ağırlıklı olarak karma bir anlayışı benimseyerek gerçekte seküler düşünceye tabi olmaktadırlar. Yani, dindar görünmek, tek başına dini düşünceye bağlı olmak anlamına gelmiyor.

Bu noktada, kişisel ve toplumsal hayatı düzenleyerek, yönlendirerek yöneten sözkonusu büyük gücü yakından tanımak her bakımdan büyük önem taşımaktadır:

Rönesansla birlikte büyük bir değişim hareketi olarak başlayan Sekülerleşme; Reform Hareketleri, Sömürgecilik, Aydınlanma, Modernleşme, Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi, Kapitalizm, Emperyalizm, Paylaşım Savaşı, Küreselleşme gibi aşamalardan geçerek günümüze gelmiştir.

Felsefi arka planını besleyen hümanizm, rasyonalizm, ilerlemecilik, makyavelizm, pozitivizm, evrimcilik, materyalizm ve ırkçılığa dayanarak yakaladığı en büyük başarı, kitlelerin zihin dünyasını egemenliği altına almasıdır.

Oluşan zihinsel bağımlılık, yeryüzünün farklı coğrafyalarında yaşayan herkesi ortak düşünce ve davranış kalıpları içine itmiştir.  Anayasal düzen, Adalet-Hukuk-Yargı, Ekonomi, Ahlak, Bir Arada Yaşama, Din Devlet İlişkileri, Siyaset-Seçimler, Irklar-Diller-İnançlar, Eğitim-İlim, Ekonomi, Kadın ve Aile, Askerlik, Silahlanma, Sivil Toplum, Açlık-Yoksulluk-Gelir Adaletsizliği, Gıda-Tarım-Hayvancılık, Sağlık, Çevrenin Korunması, Ulaşım, Kentleşme-Yerel Yönetimler, Göç, Sınıflı Toplum, Şiddet-Terör ve diğer alanlar ile ilgili uygulamalar dünyanın her yerinde nerdeyse aynılaşmıştır.

Bunun en önemli sonuçlarından biri de baskı altında kimlik kaybına uğrayan ve yozlaşan yeryüzündeki farklı kültür ve medeniyetlerin birer birer tarih sahnesinden çekilmek zorunda bırakılmış olmasıdır.

Ülkelerin neredeyse tamamı, toplumsal alanlarda birbirinin kopyası denilebilecek temel metinleri, aynı kavram ve argümanlarla oluşturmaktadırlar. Bunu görmek için farklı ideolojik yaklaşımlara sahip olduğu iddiasında olan partilerin programlarına bakmak fikir edinmek için yeterlidir. Tümünün yaklaşımı, kullandığı dil, sorunların tespiti, çözüm önerileri ve projeleri büyük benzerlikler taşımaktadır. Demokrasi ve insan hakları başta olmak üzere yukarıda sayılan alanlarla ilgili beyan ve iddialarının tümü neredeyse aynıdır. Farklılıklarını doğrudan ve açıkça değil, saklı bir ajandaya sahip oldukları imasında bulunarak kadrolarına kısık sesle ileterek onları ikna etmek için çabalamaktadırlar. Oysa bu hareket tarzı, muhataplarını, gerçekleşme ihtimali bulunmayan hayaller kurmaya, çelişki ve iç çatışmalara yöneltmektedir.

Sonuçta, hiçbirinin bir değişim programına sahip olmadığı böylece anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, niyetleri farklı olsa bile kurulu düzeni tahkim etmek zorunluluğuyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Çünkü alternatif ve özgün bir teori olmadan sağlıklı uygulamaları gerçekleştirmek mümkün değildir.

Beş yüz yılı aşkın bir süredir, egemen olan seküler güç; Avrupalı beyaz ırkın egemenliğini doğal, hatta bilimsel bir sonuç gibi göstererek iç içe gelişen Sömürgecilik, Emperyalizm ve Küreselleşmeyi olağan ve meşru bir süreç olarak bütün toplumlara dayatmıştır.

Seküler gücün dışavurumu olarak varlığını sürdüren küresel ölçekli bu egemen düzen ülke ve toplumların neredeyse yüzde doksanını sömürge konumuna adeta mahkûm etmiştir. (Devam edecek)

15.01.2021

 

 

[1] Kurana göre insanın olumsuz özellikleri: “Azgın, nankör, inkârcı, iyiyi de kötüyü de isteyen, aceleci, cimri, alıngan, kavgacı, bozguncu, cahil, zalim, kan dökücü, unutkan, hırslı/açgözlü, bencil, sözünde durmayan, arzularına esir olan, böbürlenen, kibirli, şımarık, emanete ihanet eden, gafil, müsrif, kaba, katı kalpli, kıskanç, haset, hak yiyen, hileci, ikiyüzlü, mal ve güce düşkün, yalancı, başa kakan, zorba!”

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir