Geçelim!
Son günlerde sosyalist partilerle ortak bir platform oluşturma çabası içine giren HDP bazı soruların yeniden gündeme taşınmasına yol açtı. Bilindiği üzere, Türkiye’deki Kürtlerin yaklaşık yarısı HDP’ye oy vermiyor. Başka seçenek olmadığı için çaresizlikten oy verenleri de hesaplarsanız Kürtlerin çoğunluğunun HDP’ye mesafeli olduğu ve oy vermediği kolayca anlaşılır.
Kürtlerin en çok oy verdiği ikinci partinin Ak Parti olduğu biliniyor. Ak Partiye oy veren Kürtlerin çoğu, HDP ve bileşenlerinin yapısının kendilerini buna ittiğini iddia ediyorlar. HDP’nin tüm Kürtleri kucaklayan bir parti olmadığını ileri sürüyorlar. Ne kadar haklı oldukları bir yana ileri sürdükleri gerekçeleri önemsemek ve dikkate almak gerektiğine kuşku yoktur.
Şimdi HDP’nin nasıl bir parti olduğunu anlamaya çalışalım:
Kürt partisi olarak bilinmekle birlikte, Marksist temelli sol ideolojiye bağlıdır ve her alanda sosyalizmi referans alıyor. Türkiye’de sosyalist bir devletin kurulmasını hedefliyor. Bu nedenle, Türk Soluyla iş birliği yapıyor ve oy oranı yüzde biri bile bulmadığı halde partinin yarısını onlara teslim ederek bir tür vesayet altında hareket ediyor. Kürtlerin partisi olarak anıldığı halde, bağlı olduğu sol ideolojiye ve solculara Kürtlerden çok daha fazla öncelik veriyor. Hem parti içinde hem seçmen kitlesi arasında bununla ilgili tartışmalar uzun zamandan beri sürüyor.
Kürtler; din ve geleneklerine bağlı oldukları halde HDP, son zamanlarda açıkça göstermese de din ve gelenek karşıtı bir ideolojik duruşa sahiptir. Kürt Meselesinde ortak düşünceleri paylaşan İslami kesim başta olmak üzere diğer kesimlerle iş birliği yapmaktan bilinçli olarak kaçınıyor. Bu kesimlerden partide yer verdiklerini ise, karar süreçlerine katmadan, sadece kamuoyunda imaj oluşturmak için kullanıyor. Onları etkisizleştirerek ayrılmaya zorladığı halde suçlu ilan etmeyi de ihmal etmiyor. Bu kişilere yönelik militan tabanın ağır hakaretlerine ve tehditlerine ise, sessiz kalarak onay veriyor.
Devlet ve iktidar; Kürtlerin en az yüzde yetmiş beşinin istediği çözümü, kalan yüzde yirmi beşi temsil eden PKK’nin inisiyatifine terk ederken HDP buna itiraz etmedi. Oyunu bozacak şekilde hareket etmesi gerekirken o da çözümün örgüte endekslenmesine razı oldu. Böylece, Devletin içindeki kimi güçlerin başından beri Kürtleri şiddete yönelten kumpasını desteklemese de görmezden geldi.
Kürt meselesinin çözümünü, bir takım çıkar çevrelerinin telkiniyle anlamsız bir biçimde “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemine feda ederek asıl konunun geri plana itilmesine neden olanlara tavır koymayarak destek oldu. Dolayısıyla bir takım önemli fırsatların kaçırılmasına göz yumdu.
Hendek Meselesi gibi açık bir provokasyona gerekli tepkiyi göstermeyerek politikalarının ve kazanımlarının heba olmasına göz yumdu ve bağımsız bir siyaset yürütmediği iddialarını haklı çıkardı.
İmralı ve Kandilden bağımsız politikaya sahip olmaması, Türkiyelileşme iddiasını da boşa çıkardı ve karşılıksız bıraktı. Kişilikli bir duruş sergilemesini engellemesi pahasına ne PKK’yı açıkça savunabildi ne de eleştirebildi. Sürdürülmesi mümkün olmayan arada kalmışlığa kendini adeta hapsetti.
Aşiretlere devlet kurdururken Kürdistanı üç devlet arasında paylaştıran Batı’yı hala yakın müttefik olarak görmesi ve eleştirmekten kaçınması, olanlardan gerekli dersleri çıkarmamış olduğunu gösteriyor ve güvenilirliğine gölge düşürüyor.
Bu tür tercihler/ yanışlar/politikalar, Kürtlerin çoğunluğunun HDP’ye yakınlık duymasını engellemekle kalmıyor, iktidar adayı bir parti olmasının önünü de tıkıyor. Benzer bir durumu yaşayan CHP’ye de bakınca Türkiye’de sol/sosyal demokrat partilerin aynı kaderi değil, aynı yanlışları paylaştıkları ortaya çıkıyor. Sağ partilerin niye hep iktidara geldiklerini de açıklıyor.
Sosyal demokrat olduğunu iddia eden CHP, gerçekten bu siyasi programın içini Batı’daki emsalleri gibi doldurabilseydi iktidara gelmesi işten değildi. Batı’daki sosyal demokrat partiler, toplumun değer yargılarıyla kavgalı olmak şöyle dursun, bu yöndeki talep ve beklentilerini karşılamayı ana görevleri saymakta ve gereğini yerine getirmekte kararsız davranmamaktadırlar. CHP ise, geçmişindeki uygulamaları nedeniyle toplumun bilinçaltında yer etmiş olan din düşmanlığı ile anılmaya zihinsel olarak da uygulamalarıyla da son veremiyor. Bu yönde attığı olumlu adımlar, son Kuran Kursları olayında parti adına yapılan açıklamada görüldüğü üzere sorunu çözmekten ve toplumun güvenini kazanmaktan uzak olduğunu gösteriyor.
HDP de benzer nedenlerle olması gereken yerin bir hayli gerisinde duruyor. Örneğin; genel toplumun ve Kürtlerin desteğini kaybetme ve değer yargılarını çiğneme pahasına kimi marjinal grupları bağrına basıyor. Büyük kitlelerle arasına mesafe koyup uzaklaşmalarına razı olurken bu grupları bileşenleri arasında tutmaya özen gösteriyor. Yeterince organize olamadıkları halde hem ülke genelinde hem Kürt illerinde mevcut oylarını katlayacak potansiyele sahip Kürtlerin İslami kesimiyle ortak hareket etmekten küçük kalma pahasına kaçınıyor. Diğer gruplarla da ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtmadığı için umulan desteği göremiyor.
Uzun sözün özü: HDP, toplumla, özellikle Kürtlerle yeni ittifaklar kurarak büyüme ve güçlenme imkanına sahiptir. Bunu yaparsa; değişimin öncüsü olarak Kürtler başta olmak üzere, tüm toplum kesimlerinin sorunlarının çözümünde lider konumuna yükselebilir. Aksi halde, sorumluluklarını yerine getirmemiş olarak tarih sayfalarında yer almaktan kurtulamaz.